Menu
İSLAMCILIK: YENİLENİN TAKLİDİ VE MODERN MESİHÇİLİK
Haberler • İSLAMCILIK: YENİLENİN TAKLİDİ VE MODERN MESİHÇİLİK

İSLAMCILIK: YENİLENİN TAKLİDİ VE MODERN MESİHÇİLİK

1648 Westphalia öncesi dönemde Hıristiyanlık, Batılı kozmopolitanizm içinde evrensel birleştiriciliğe sahipti.Din olarak Hıristiyanlığın krize girmesi ile birlikte, dinini medeniyete dönüştüren Batılı kozmopolitanizm, bir tür seküler Mesihçilik yarattı. Bu sürece bağlı olarak, daha önce din bağlamında kurulan geleneksel “hak/batıl din” ayırımı, “Batı/Doğu medeniyetleri” ayırımına çevrildi. Fransız Devrimi’nden sonra Napoleon, kozmopolis inşa etmek için, geleneksel Hıristiyanlaştırma misyonu yerine medenileştirme misyonunu benimsedi. Medeniyet (civility) kavramı, Medine (city) kelimesinden, Medine ise, dinkelimesinden türemiştir. Başka bir deyişle, dinasıl, medeniyettürevdir. Medeniyet, “dini yaşayışın estetik kalıbı”dır (Bedri Gencer, İslam’da Modernleşme, Lotus, 2008, s. 34). Aslını koruduğu sürece din, medeniyetin biçimini belirler. Yani inanç tarzı, yaşayış tarzını belirler. Hıristiyanlık örneğinde olduğu gibi, din krize girdiğinde belirleyicilik ilişkinin yönü değişmeye başlamıştır.

19.Y.Y’da modern Batılı kozmopolitanizmin tahaddisi/meydan okuması (challenge) ile krize giren İslam dünyası, İslamcılık refleksi ile Batılı moderniteye direnç göstermek isterken, istemeyerek de olsa, dinini Batılı dil ve söylemin düzeni etrafında şekillenen bir ideolojiye dönüştürdü. Kendi bünyesinde uhrevi inançtan kopmayan organik bir dünyevi (seküler) yaşayış çıkaramayan İslamcılık akımı, dinin (Kur’an ve Sünnet) belirleyici olduğu bir medeniyet tasavvurundan çok, formu daha çok Batılı modernite tarafından çizilen bir tür modern Mesihçilik hareketine dönüştü. Hıristiyanlıkta olduğu gibi, belirleyicilik ilişkisinde medeniyet, dinin yerini almaya başladı. Ya Yeni Osmanlılar’da olduğu gibi bazen modern kavramların içeriği gelenekselleştirildi, ya da Mısır modernizminde olduğu gibi bazen geleneksel kavramların içeriği modernleştirildi.

Batı karşısında askeri bakımdan yenilmiş olmanın verdiği mağlubiyet duygusu ile ortaya çıkan siyasal dönüşüm arayışları bu yüzden, İslamcılar bakımından sonuç vermemiş, Batılı emperyalist güçlerin İslam coğrafyasını kolonileştirme hareketi, 20.Y.Y’ın ikinci çeyreğine kadar Anadolu toprakları hariç olmak üzere tamamlanmıştır. Bu dönemle birlikte İslam coğrafyasında fırtına gibi esen bir diğer tepkisel hareket milliyetçilik olmuştur. İşgal altındaki toprakların Müslüman unsurları, tıpkı Napoleon Fransa’sı tarafından işgal edilen Avrupalı muadilleri gibi ulusal kimlik arayışına ve milliyetçilik akımına yönelmiştir. Mısır, Libya ve Suriye gibi kimi ülkelerde Arap milliyetçiliği totaliter yarı-sosyalist siyasal düzenler kurmuşken, Suudi Arabistan ve uydusu emirliklerde Batı destekli Vehhabi rejim ihdas edilmiş ve İran’da anti-emperyalist Batı-karşıtı İslam cumhuriyeti oluşmuştur.

Türkiye’deki İslamcılık akımı ise Cumhuriyet döneminde, devletin yıkımını önlemeye matuf İmparatorluk döneminin aksine, İslamcı hareketler dinle arasına mesafe koyan yeni rejime nüfuz etme, kaybolan toplumsal ağırlığını yeniden elde etme ve İran İslam Devrimi’nden sonra radikal ya da ılımlı hareketlerle iktidarı ele geçirerek İslami düzenle yönetilen yeni bir rejim kurma amacı gütmüştür. Türk İslamcılık hareketi, Cumhuriyet rejiminin kuruluşundan itibaren varlığını devam ettirse de kendi içinde dağınık, amaçları farklılaşmış, siyasal iktidarlarla ya çok yakın ya çok kavgalı bir karakterde güncel siyasal olaylardan etkilenmeyi sürdürmüştür. Örneğin İslamcılar milliyetçiliğin zirve yaptığı bir dönemde AB karşıtı bir çizgide konumlanmışken, vesayet rejimi tarafından baskılara ve hukuksuzluklara maruz kaldığında ise AB yanlısı olmayı tercih etmiştir.

Karakterindeki tepkisellik ve modern Mesihçi yönleri nedeniyle en önemli politik konumlanmalarda bile tezata varan değişimler sergileyen İslamcılık hareketinin dış müdahalelerle değiştirilebilen manifestosu, tabanı üzerinde de dönüştürücü bir manivela etkisi yapmaktadır. Siyasal baskı dönemlerinde, Batı’ya eğilimli, demokratik sistemle sorunu olmayan hatta Batılı değerlerini sahiplenen bir karakter arz eden İslamcılar, nispeten özgür politik ortamlarda, Batı düşmanı, İslami bir düzen kurma ve tüm ekonomik ve sosyal hayata müdahale etme ideali gütmüştür. Tepeden tabana böylesi çelişkili davranışın arkasında yatan etmen, dili ve söylemi Batılı modernite tarafından inşa edilen medeniyet algısı yüzündendir. Başka deyişle, İslam’ın özüne bağlı bir medeniyet tasavvuru ve hareketi olmadan ideolojik bir tepki hareketine dönüşen İslamcılık, kimi zaman modern Batılı değerleri içselleştirmekte, kimi zaman da ret üzerinden hayattan kopuk hale gelmektedir. Bu bakımdan, Ak Parti örneğinde olduğu gibi, İslamcıların iktidara gelmesiyle sadece “mevcut sistemin dilinin İslamileştirilmesi (muhafazakarlaştırılması)” dışında, İslam eksenli medeniyet paradigması bağlamında bir toplumsal dönüşüm yaşanamamasının ipuçları burada aranmalıdır. Yani, yenilenler, yenenleri taklit etmenin ötesinde, paradigmatik dönüşüm sağlamadıkları taktirde, daima modern sistem galip olacaktır.

“Batı’ya karşı Batı için” misilleme mantığı ile hareket eden İslamcılık, en radikal formundan en modern formuna kadar, maalesef Batılı modernitenin izdüşümünde hareket eden siyasi bir ideolojiye dönüştüğü için Müslümanların iktidarı ele geçirmesi ile İslamcı ideolojinin sönükleşmesi normaldir. Halbuki İslam, fikri muhtevası ile dini inancın bir tür estetik yaşayışı olan medeniyet tasavvuru haline getirilebilseydi, hem modernite tarafından yutulmayacak hem de Müslümanlar iktidara geldiğinde onlara yön veren bir muhtevaya sahip olacaktı.  Dini, özüne sadık bir biçimde medeniyet haline getirmek isteyen Ali Şeriati, Muhammed İkbal ve Sezai Karakoç gibi entelektüellerin, Batılı modernite ile uyumlu bir din (Ilımlı İslam gibi) yaratmak isteyen bir kısım, yeni yetme “hizmet” hareketi yazarları tarafından kıyasıya eleştirilmesinin nedeni de burada aranmalıdır. İdeolojik anlamda İslamcı dahi olamayan bir kısım “hizmet” müdafilerinin tek amacı, Batılı kozmopolitanizmin modern dil ve  söylemi ile uyumlu “din” yaratmaktır. Dolayısıyla modern Mesihçiliğin İslamcı versiyonlarına teslim olan iktidarlar, milliyetçi, pragmatist ve eklektik olmaktan kurtulamayacaklardır. Ümmetçiliğin evrensel dilini haiz olmak, dini, ideolojikleştirmeden ve modernleştirmeden, kendi bünyesinde dinin özüne ve doğasına bağlı organik dünyevilik yaratacak medeniyet tasavvuru haline getirmekle mümkündür.

(MİLAT, 06.10.2012)