Menu
HÜSEYİN ATLANSOY İLE SÖYLEŞİ
Haberler • HÜSEYİN ATLANSOY İLE SÖYLEŞİ

HÜSEYİN ATLANSOY İLE SÖYLEŞİ

Biz insanların bir dünya hayatımız var. Bir toplum hayatımızdan başka. Hemşehrilik ve aile hayatımızın  dışında. Ölümlü ve ıstıraplı da olabilen… Bu dünya öyle bir dünya ki şairlerin de olduğu… Bir çok bela elbet bu dünyada; öte yandan bu hayatın içinden şiir de neşet ediyor. Filozofi ve müzik. Varoluşun böyle bir tarafı var. Bunu belki en iyi anlatan Heıddeger, dünyayı bir şiir gibi okumaya çalışıyor. Buradan baktığımızda ki Yarın Bekleyebilir’de de böyle bir nazar var: Dolayısıyla yüzünü ölüme dönmüş, hayatı buradan gözleyen/bekleyen şairin hissettikleri, duyuşları var. Şiirini yeniden tanımlıyor. Gerilimin atıldığı bir yer burası. Doğu veya batı olmayan bir yer.

— Sorulmadığı için söylemediğinizi sandığım hususlar var. Son kitabınız vesilesiyle gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, o sorulardan bazılarını da sorabilmeyi umuyorum. Ancak bu sorular bekleyebilir. Biz önce Yarın Bekleyebilir’i konuşalım. Hayırlı olsun. Bir yayıncılık nesnesi olarak son kitabınızı nasıl buldunuz?

— Genel olarak iyi buldum. Kitabın yayınlanmasından önce  benden bir kapak resmi istendi. Bunun üzerine Kandinsky’nin ‘Geçmiş ve şimdi’ isimli bir resmini gönderdim, fakat; sanırım bir karışıklık dolayısıyla başka bir ressamın başka bir resmi kitap kapağında yer aldı. Bu yeni  resmi de kızlarım çok beğendiği için müdahalede bulunmadım. Diğer resim için bir seçme gerekçem vardı: Kitaptaki şiirlerin bütünlüğüyle örtüşmesi söz konusuydu. “Geçmiş ve Şimdi” adını taşıyan bir resimdi bu. Dolayısıyla Yarın Bekleyebilir’e de denk düşen bir mesajı vardı. Tabi kapaktaki renklerin de şiirle olan ilişkisi önemli. Yeni olanı da gayet iyi bir kapak oldu. Şenlikli bir gösterişi de var. Bir yayıncılık nesnesi olarak gayet güzel. Öznel olarak bakıldığında ise şiirler bir öznelliği ne kadar karşılıyorsa; karşıladığı ölçüde okurda yankı buluyor ya da bulmuyor: Bu, şiirin özündeki söze bağlı bir durum. Bu kitapta bir söz var mıdır? Ben olduğu fikrindeyim, bunu da okuyanlar görecektir.

— Bir anasöz var ve o söze bağlı birkaç söz daha var sanırım?...

— Birkaç söz daha var. Katmanlar halinde bir yayılış söz konusu. Şu da söylenebilir: İntihar İlacı’ndan itibaren bir şiir biçimini bir özle beraber geliştirmeye çalıştım. Bu şiir biçimi biraz Fransız şiirindeki “alan atlatma”, “alan kaydırma” tekniğini de bünyesinde barındıran bir özellik gösteriyordu. Birbiri ardına sıralı bir şekilde değil de uzun sıçrayışlar ve geri dönüşlerle parabolik diyebileceğimiz bir yayılış olarak seyreden bir yapı… Aslında bu yapı gözetildiğinde, şiir kitaplarının sıralanmasında da bir değişiklik, şenliklilik ortaya çıkabilir. İntihar İlacı’ından hemen sonra Kaçak Yolcu’nun ardından Şehir Konuşmaları’nın, onun ardından Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi’nin oradan Karşılama Töreni’ne geçişin sağlanabileceği ilk beş kitap için ayrı bir okuma mümkün olabilir. Aslında Yarın Bekleyebilir kitabıyla eğer başlayabilirse yeni bir şiir dili ve bu mantığın açılımını oluşturmak da mümkün olabilir diye düşünüyorum. Çünkü İntihar İlacı’nda belki siyah olarak adlandırılabilecek başlangıç, Yarın Bekleyebilir’le beyazla başlayan yeni bir yönelime benim açımdan işaret ediyor.

— Bundan önceki kitap, Karşılama Töreni bağımsız olarak yayımlanmadı. Toplu şiirler içinde yer buldu. 2005’ten itibaren dergide yayınlanmış şiirler ise Yarın Bekleyebilir’de toplandı. Bu hep böyle oldu değil mi? Yani önce dergide yayımlanıp sonra kitapta bir araya getirildiler...

— Evet, sadece Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi’ndeki şiirlerimin büyük kısmı dergilerde yayınlanmamıştı. Sadece iki tanesi yayınlanmıştı. Diğerleri yayınlanmamış şiirlerdi. Hızlı bir şekilde onlar bir araya getirildi.

— Peki onlar,  hangi tarihlerde yazılmış şiirlerdi?

— 1985-1987 arası şiirlerdi. O şiirlerin bir özelliği var. Bu şiirler, ben ağır bir hastalıktan çıktıktan sonra yazılmış şiirlerden oluşuyordu. Bir anlamda İntihar İlacı’ndaki genişliğe bir derinlik katabilme kaygısını taşıyan şiirlerdi. Denilebilir ki İntihar İlacı ve Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi ilk iki kitap olarak kitap olma özelliğini de taşıyorlardı. Birisi babama diğeri de anneme adanmış iki kitap olarak… Bu noktada üçüncü bir kitabın yani kitap bütünlüğünü taşıyan kitabın çıkması epey vakit aldı. Bu anlamda Yarın Bekleyebilir ilk iki kitaba benzer bir özellik gösteriyor. Çünkü aradaki Şehir Konuşmaları, Kaçak Yolcu ve Karşılama Töreni bu tür bir bütünlüğü maalesef taşıyamadılar. İçlerinde daha iyi şiirler bulunsa da… Ancak bir bütünlüğü taşıma noktasında zikrettiğim iki kitaptan sonra Yarın Bekleyebilir üçüncü kitaptır. Kitap bütünlüğünü gözetirsek beni de tatmin eden üçüncü kitaptır.

— İntihar İlacı şiirleri Yönelişler’de mi yayınlandı?

— Yönelişler’de yayınlanan şiirlerden oluşuyor. Orada yayınlanmayan Rutubet isimli şiir vardır. O şiirin yayınlanmasına da son anda karar verildi. Kitaba dahil edilmesi bir bakıma iyi de oldu. Şöyle bir şey var: İntihar İlacı’nda Hüseyin Atlansoy konuşmayı beceren bir adam değil. Daha çok suskun bir portre çizen ama her halde kavurucu bir enerjiyle konuşan bir özellik gösteriyor. Yani o dönemde kavurucu bir enerji benim bütün hayatımı şekillendiriyordu. Bu enerjinin bir derinliğe dönüşüp dönüşmemesi daha sonraki ciddi meselelerimden birisi olmuştur. Sonuç itibariyle bir yüz metre çıkışı olarak düşünüldüğünde İntihar İlacı iyi bir çıkıştı. Ancak bunu bir maratona dönüştürmek ve sözümü son ana kadar söyleyebilme cehdini de içimde taşıyordum. Bir zencilik çerçevesi içinde çerçevelenmiş şiirlerdir. Bunun  ayrıca çok insanî olduğunu düşünüyorum. Yani bu kavramın, bu tanımlamanın yanlış olmadığını; sırf bir muhalif oluşla ilgili olarak değil, özün hakiki sahipliğini de içerdiğini düşünüyorum. Bu noktada da Türkiye ve Türkiye insanları için çok uygun bir tanım olduğunu da söyleyebilirim.

— Yani iktidar da olsa zenci. Muhaliflikle zorunlu olarak ilişkilendirilecek bir şey değil. Neyse o, anlamında...

— Evet. Neyse o anlamında ve daha birçok anlamıyla. Yani ezmeden, sömürmeden; ezilmeden, sömürülmeden zenci olabilmek...

— Tabi burada bir sosyal bilim metninden söz etmiyoruz. Bir şiirden bahsediyoruz. Zenci metaforu bir çok şeyi anlamak için olmasa da anlatmak için kullanışlı…

— Evet bende böyle düşünüyorum.

— Siz elbette kendi serüveninizi  takip ediyorsunuz. Ancak başkalarıyla, özellikle aynı yerlerde dolaşan diğer insanlarla, kurumlarla ilişki içerisinde gerçekleşen bir şey serüven. Kendi serüveninde kimse yalnız ve bağsız değil. Bunun önemli kurumlarından bir tanesi dergiler. Edebiyat dergileri. Dergi ortamlarının sizin yazdığınız şiirlere, şairliğinize  nasıl bir etkisi oldu?

— Dergi ortamları 1980’li yılların başında aynı zamanda arkadaşlık ortamlarıydı. Dostluk ortamlarıydı. Bir masa etrafında beraberce oturup bir oyunu beraberce oynayan insanların birlikte bir oyun çıkarmasına benzetilebilir. O yıllarda  biz  herhalde iyi bir masa etrafında bir araya gelmiştik. Necat Çavuş, Osman  Konuk, İhsan Deniz, Süleyman Portakal, Seyhan Erözçelik, Vural Bahadır, Adnan Özer... Daha bu isimlere eklenecek isimler var elbette. Bu ortamda bir oyunu beraberce sürdürdük. Kâğıt oyunlarına da benzetilebilir. Ortaya atılan kâğıda siz kâğıdın kalitesine göre daha iyi bir kâğıtla ya da oyunu sürdürebilecek bir kâğıtla karşılık verir, öyle devam edersiniz. Burada benim talihsizliğim, masadan kalkan arkadaşların olmasıydı. Sonrasında oyunu sürdürmek, masadan kalkanlar dolayısıyla çok şık olmayabilir de. Allah’tan yeni oyuncular katıldılar. Kimi arkadaşlar geri döndüler. Ama elbette bir sözünüz varsa söylersiniz. Bir sözünüz varsa o sözü bin bir türlü söyleme biçimi var.

— Yeter ki bir sözünüz olsun...

— Evet kesinlikle. Aynı sözcüklerle aynı biçimde söylemeniz de gerekmiyor, çeşitli oyun biçimleriyle iliştirerek, çeşitli hamleler gerçekleştirerek söylemeniz mümkün. Yeter ki söylemeye değer olduğu noktasında bir çıkışınız, ısrarınız olsun. Dergi ortamlarının bu akışa imkân hazırlama gibi bir özellikleri var. Yönelişler bu açıdan iyi bir başlangıçtı. Ebubekir  Eroğlu’nun, Adnan Keskin ve Ahmet Yücel’in isimlerinin burada  zikredilmesi gerekiyor. İyi bir ortamdı, çok faydasını gördüm.

— Şimdi, otuz yılın sonunda bir değerlendirme yaptığınızda; dergiler hâlâ “arkadaş ortamı” özelliğini koruyorlar mı?

— Biraz koruyorlar ama aynı tipte değil. Zamanın ruhuna uygun bir yapılanma içinde sanıyorum dergiler şekilleniyor. Bizim çok iyi bildiğimiz bir çerçevede şekillenmiyor dergi yapılanmaları. Bu, demek ki böyle; yeni açılımlar gelecektir. Bu noktada biz, modernlik içindeki bir döneme karşılık geldik. Bundan sonraki dönemin daha farklı, dijital ortamlara da uzanan  boyutları olacaktır. Bunların hepsini takip edebilmek, izleyebilmek ya da bunların içinde yer almak nasıl olur,  bunu yeni dönemin yeni oyuncuları kendileri için belirleyeceklerdir.

— Şiirlerinizi Hece’de yayınlıyorsunuz. Sizin şiirinizi takip eden okurlar için bu, çeşitli anlamlara gelebilir. Sizin açınızdan bu bir ısrar mıdır, alternatifsizlik midir?

— Nedir? Aslında başlangıçtan itibaren aynı dergide yazmayı gözettim. Yani Yönelişler dört yıl boyunca çıktığında, -benim de 82-85 arası dönemim- aynı dergide, aynı yolu yürümek olarak gördüm. Sonrasında Kayıtlar ve İpek Dili’nde de tutumumu sürdürdüm. Hece için de bu durum böyle.

— Yani dergiler yayınlanmaya devam ettiği ve ana çizgilerini, sözlerini korudukları müddetçe, yürüyüş yönlerini değiştirmedikleri sürece siz de tutumunuzu değiştirmeyeceksiniz?..

— Evet tam da böyle. Arada başka dergilere, mesela Yönelişler kapandıktan sonra Kayıtlar dışındaki dergilere şiirler vermişliğim olmuştur. Ama bunu, bulunduğun ana yolu terk etmeden ara sokakları da tanıyarak yürümek olarak düşünüyorum.

— Dergi meselesine sadık, bunu önemseyen birisi olarak, şiirle ve edebî yazıyla bir ünsiyet kurmuş insanlar, bilhassa genç insanlar bir dergiyi hangi vasıflarından dolayı takip etmelidir?

— En önemli unsur, derginin toplanılan bir yer, bir sözün altının çizildiği bir yer olmasıdır. Tutarlı oldukları sürece dikkate alınmaları gerekir. Her zaman birileri gelecek ve sözleri olduğunda onları kuracaklardır. Dolayısıyla dergiler bir sürekliliği sürdürmenin araçları olarak görülebilir. Bu noktada bu dergilerde yer bulan  kimi şair, öykücü ve sair kişiler kendilerine çok üst payeler verebilirler. Son şair, son öykücü, son düşünür gibi… Bu büyük bir hatadır. Çünkü bizim bildiğimize göre bir tek son peygamber vardır. Geri kalan  her şey kıyamete kadar devam edecektir.

— Yarın Bekleyebilir’e geri dönelim. Biraz daha açmanızı isteyeceğim. Yarın Bekleyebilir’in, iki kitabınıza bir açıdan, bütünlük özelliği göstermesi bakımından benzediğini söylediniz. Ancak Yarın Bekleyebilir de öncekilere nazaran  yeni bir doku da var. Söyleyiş özellikleri bakımından da daha kendinden emin, daha doğrudan; yeni bir şiiri haber veren taraflar var...

— Evet, dolayımsız konuşma, net konuşma ve söyleyeceğini hiç sakınmadan söyleyebilme özelliği var. Tema bakımından da farklılık var.

— Bu farklılığı besleyen nelerdir? Şiiri bu kanala sevk eden?

— Hayat biçimleri kadar ölüş biçimleri de var. Susma biçimleri kadar söyleme biçimleri de var. Bunları bir şekilde daha rafine bir biçimde söyleme imkânı da... Bu söyleyişe ulaşmak, gerçekleştirebilmek için bir anlamda kitapları, televizyonu, interneti  ve daha bir çok cihazı dışta tutarak…

— Bütün medyaları…

— Ben bu kitapların hiçbirisini okumamış olsaydım da bu filmler, bu resimler; bunların hiçbirisi olmamış olsaydı ve ben ümmî birisi olsaydım da; o takdirde nasıl söylerdim? Herhalde yine böyle söylerdim. Bu çabanın adına, zihnimizi, kalbimizi  de arındırarak cümleler kurabilme cehdi denilebilir. Bunu mümkün olabildiği ölçüde  gerçekleştirmeyi denedim. Ne kadar başardım ya da başaramadım bilemiyorum. Gerçi başından itibaren başarı odaklı bir yaklaşım içinde olmadım. Çünkü başarılı olmak birilerinin de köle olarak düşünülmesini gerektiren bir zihniyet  biçimine karşılık geliyor.

— Yarın Bekleyebilir... Buradaki ‘yarın’ı sorsam size… Bizler daima  bir yarını sabırsızlıkla bekleyen kimseleriz. Ancak sizin söyleyişinizde bekleyen konumunda yarın var.

— Şimdi, “yarın” sadece gün olarak ya da geleceğe ilişkin bir şey olarak yorumlandığında yanılmamız mümkündür. “Yarın”, gelecek bir gün olarak düşünülse de şiirdeki “yarın” başka bir yönelime işaret ediyor. Yarın, yâra ait olandır. Sevgiliye ait olandır. Biz bu anlamda bekleyebiliriz. Yoksa bekleyen yâr ya da yarın değil. Bu noktada modern dünyanın, modern şiirin gerilimlerle dolu dünyasının dışında bir şiir, Yarın Bekleyebilir’deki şiirler. Bu şiirlerin oluşmasında büyük bir risk unsuru da vardı. Bu riski göze aldım. Dolayısıyla çok açık ve net bir şiir diliyle gerilim şartı taşımayan şiirleri de yazabileceğimizi ve bunları net bir şekilde sunabileceğimizi göstermek istedim. Bundan sonra nasıl bir çerçevede yer alır, eğer şiir yazabilirsem; çünkü her şiir ya da kitap bitiminde şairin bir ölümü yaşadığına kendi adıma inanıyorum. Ben de böyle gerçekleşiyor. Bu sınavlardan eğer alnımızın akıyla çıkabilirsek bizim için bir kazançtır. Bundan sonrasına ilişkin şimdiden birtakım tasarımlarda bulunmak yanlış olur. Tasarımlar da bekleyebilir. Şiir nasıl ki benimle başlamadıysa benimle de bitmiyor. Şairliğin başka bir şey olduğunu söylüyorum. Dolayısıyla eğer söyleyecek bir sözümüz olursa bunu son nefesimize kadar söyleyeceğiz. Bu sözü söylemek için yeni biçimler, yeni söyleyiş biçimleri, yeni kelimeler ve yeni tablolar canlandırmak gerekecektir. Bu ise hayatımızın akışı içinde çeşitli renkler, çeşitli kokular çeşitli duyuşlarla gerçekleşebilir bir şey. Eğer bunları yansıtabilirsek o zaman iyi tablolar da çıkıyor. Bu noktada Yarın Bekleyebilir kitabımda yer alan şiirlerin, sarı ve beyaz renklere yönelik sarı ve sıcak bir yapısı olduğunu, bir somutluğu da bünyesinde barındırdığını düşünüyorum. ‹çinde yaşanılan dünyanın büyüklüğünü ancak çocukça bir bakışın somutluğuyla kavramak ve bir şair bakışıyla bunu göstermek mümkün. Kanatlarınız olduğunu unutmanız gerekiyor, bir şiiri ya da bir sözü ifade ederken. Çünkü hatırladığınızda düşersiniz. Bir yandan da filozofsunuzdur. Benim, okulda öğretmenlik mesleği içinde lakabım filozof. Dolayısıyla kitabın başındaki ilk şiir aslında bütün kitabın içindeki şiirlerin dokusunu bünyesinde taşıyor. Evet, bu yeni bir hamle ve umarım bu hamlenin yeni bir karşılığı da vardır.

— O şiirde çocuk vardı, filozof ve bir şair vardı...

— Bunların hepsi aslında aynı kişidir.

— Kitaptaki son şiirde:

“Son dizelerini okudunuz şiirin

Ben Hüseyin Atlansoy nisan altmışiki

Haydi…Allahaısmarladık

Kalbinize bir kez olsun bakın sizin mi”

diyorsunuz.. Bunların son sözler gibi algılanması söz konusu. Sadece kitabın son sözleri olması anlamını da taşıyor olabilir. Ama bu sözlerde bunu aşan  bir îmâ da var mı?

— Evet var, bilhassa son şiirde.

— Kendi serüveninize bir gönderme mi?

— Terk edişlerin sırasını da gösteren bir şiir Acemi. Yani insan ustalaşamaz. İnsanî özünü yitirmeden ustalaşamaz. Çünkü ustalık bünyesinde birtakım hileleri, hileli numaraları da barındıran bir özelliğe sahiptir. Ustalaşmıyoruz. Ustalık konusunda bir iddiam yok.

— Bir iddianız olmasa da sizi takip edenler arasında bu yönde bir kanaat var...

— Evet, bir ironiyle yürümeniz mümkündür.  Bir sözle yürümeniz mümkündür. Metafizik gerilim veya bir politik gerilimle yürümeniz mümkündür. Fakat bunların hepsinden sıyrıldığınızda, sizin sözünüz nedir? Siz ne diyorsunuz? diye sorulunca, insanın bir cümlesinin olması gerekir. Bu kitap çerçevesinde ben söyleyebildiğim kadarını söylediğimi düşünüyorum. Bundan sonra Allaha ısmarladık demek kalıyor.

— Yani ‘ben bu kitapta o şeyi söyledim, hamlemi yaptım’ mı diyorsunuz?

— Evet, hamlemi yaptım. Bundan sonra belki yeni hamleler yapmam mümkündür. Ama insan belirli bir gücü, içinde bir kuvvet ve kudreti de barındıracak biçimde toplamazsa yeni bir söz söylemesi de çok anlamlı değildir. Eğer öyle bir gücü yeniden toplarsam yeni bir söz söylerim. Yeni bir hamle yaparım.

— Yarın Bekleyebilir’de en çok göze çarpan, ölüm… Yoğun bir ölüm...

— Şimdi başlangıçtan beri yani İntihar İlacından beri ben söyleyeceğim sözü; ölüme, dirime ve aşka dair bir çerçeve içinde söylemeye ve düşünmeye çalıştım. Modern dünyanın üçlemesiyse bunun biraz dışında bir üçlemedir. Hız, haz ve korkuya dayalı bir üçleme... Modern dünyanın hız, haz ve korkusuna dayalı bir şeyler söylemek bugün de mümkündür. Bunu da zaman zaman gerek ben gerek diğer şairler gerçekleştirmeye çalıştık. Burada unutulan, oysa tam merkezî konumda olan  başka  bir sözden bahsetmek gerek: Merhamet! Merhametin çok iğdiş edildiği ya da sulandırıldığı bir bakışın yaygınlaştığını görüyoruz. Bu da maruz kalınan bir şey, çaresiz olduğumuz bir şey gibi sunulmaya çalışılıyor. Hayır, bu gösterildiği gibi değil. Bunun böyle olmadığını göstermek için sözünüzü sürdürmeniz ve çeşitli biçimlerde sürdürmeniz gerekiyor. Bunu yaklaşık otuz yıldır yapmaya çalışıyorum. Ne kadar yapıyorum, yapmıyorum ayrı bir konu. Ama ölüme dirime ve aşka dair bir sözümüz var ve bu sözü, merhameti asla unutmadan; reel dünyayı da yok saymadan, ayağı yere basıp bunu yaparken de kendi bedeninin sınırlarını sadece boy ölçüsüyle sınırlandırmayacak bir bakışla yaklaşımlar sunmak gerekir. Bu, belki günümüz dünyası içinde, Batılı düşünce kalıpları ve şartlanmışlığına göre  geride bırakılmış, geçmişte kalmış bir anlayış olarak değerlendiriliyor. Çünkü postmodern diye adlandırılan yaklaşımlar, durumlar söz konusu artık. Ben o dünyanın insanı değilim. Yani postmodern bir duruş veya söyleyişle cümle kurmak ya da bir şeyler aktarmak pozisyonunda görmüyorum kendimi. Birtakım sabitelerim var ve bu sabiteleri de değiştirmeye niyetim yok.

— Modernliği problem olarak algılayan bir şiir söz konusu. Şiiriniz büyük ölçüde bunun üzerine kurulu. Bununla hesaplaşan, uğraşan diyelim. Bu şiirin, problemi örtbas etmek, gözden kaçırmak anlamına gelen bir postmodern tarza göz kırpması beklenemez...

— Benim için geçerli değil ama bazıları için mümkün oldu. Somut şiirden, yeni klasik şiire kadar bir sürü açılımlar var. Bunların hepsini izlemek mümkün. Ancak şiir bizimle bitmiyor. Ben ya da bir başkasıyla bitmiyor.

— Hüseyin bey, son yıllarda kaybettiğimiz şairler oldu. Bizzat tanıdığınız, arkadaşlarınız da olan insanlar. Şairin ölümü nasıl bir ölümdür Türkiye’de.

— En yakın dönemde Seyhan Erözçelik’i yitirdik. Seyhan iyiydi. İyilerden biriydi. Bunu öncelikle söylemem lazım. Hayatı boyunca Seyhan Erözçelik olarak kalabilmişti. İnsanın, hayatı boyunca kendisi olarak kalmayı sürdürmesi önemli bir meziyettir. 1985 yılından, vefatından bir hafta öncesine kadar iletişimimin devam ettiği biriydi. Ben bunu önemsiyorum; dostluk şiirden önemlidir. Bu anlamda da hiçbir şiir, bir dosttan önemli değildir. Şiir, dostluğu hatırlatması bakımından değerlidir ama dostluğun kendisi başlı başına bir değerdir. Bir sözü, bir yaklaşımı benzersiz bir şekilde ve hayatınız boyunca sürdürebiliyorsanız asıl bu şiirdir. Sürdürmek için de her halde bunu taşımanız gerekiyor. Bu kanatlarınızın gücüyle doğru orantılıdır. Bu böyledir.

— Geçtiğimiz aylarda Hece’de bazı şairlere ilişkin değerlendirmelerinizi okuduk. Bu devam edecek mi?

— Ben şahsen bir eleştirmen değilim ama şiir okumayı seviyorum. Sıkı şairler, iyi şairler var. Bunların dillendirilmesi gerekiyor. Dönem dönem değerlendirmelerim yine olabilir. İş olarak değil de sırası geldikçe…

— Teşekkür ederim.

(HECE EDEBİYAT, KASIM 2011)