"Yaşlı şairlerin okuyup sevdiği biriysen, hele alenen destekliyorlarsa kendinden hemen şüphe duymalısın, yanlış sapağa girmişsin. Ama adı sanı duyulmamış genç insanlar, hatta şiiri bile sevmezken sana denk gelip şiiri sevmeye başlıyorsa, ama bu sevgide hep şüphe duyuyorsa, düşman olmakla dost olmak arasında bocalıyorsa sürekli, işte yazdığın o şey şiirdir. Şüphe uyandırıyorsam var hissederim kendimi."
Yukarıdaki alıntı Hayriye Ünal'ın 2010 baskılı "Gerekli Açıklama" kitabı üzerine Hece dergisinde yayınlanan söyleşiden alınma. Bu satırları, Hayriye Ünal şiiri karşısındaki tutumumu ortaya çıkarmak, söz konusu şiiri nasıl karşılayabileceğimin yollarını aramak için kullanacağım. Elbette şairin anlattığı gibi bir genç değilim yani şiiri Hayriye Ünal ile sevmeye başlamış değilim. Şiiri seven, okuyan ve öğrenen biri olarak karşılaşıyorum Hayriye Ünal şiiriyle, aslında Hayriye Ünal'ın kendisiyle demeliyim. Hayriye Ünal'ı tasavvurumda bir yere konumlandırmaya çalışırken, kendisinin ifade ettiği gibi düşman olmak dost olmak kadar kesin durumlara yöneltmiyor karşımdaki portre. Tereddütlerle, şüphelerle bu yazıya başlıyorum.
Bu yazının başlığını şairin önadından oluşan tek bir kelime olarak tercih edişimin nedenleri var. En öndeki neden, şairin soyadının onun için fazlalık olduğunu düşünmem. Şairi ifade etmesi yönüyle "Ünal"ın fazlalık olduğunu, gereksiz olduğunu düşünüyorum. Bu soyadı, hem lafı uzatıyor hem de bir "soy"a ulamış oluyor şairi. Belki başkaları için böyle bir konudan söz açılamaz. Ancak "Hayriye" için bu gerektir diyorum ben.
Beni rahatsız eden, bu şiire karşı güvensizlik telkin en önemli öge; şiirdeki göndermelerin belirgin ve kesin bir bağlama/nokta-i nazara bağlı olmayışı. Okuduklarını, başka metinleri Hayriye Ünal şiirinde/dünyasında bir yerlere yerleştirilmiş, konumlandırılmış görüyoruz. Ancak bu neye göre böyle yapılmış? Yukarıdaki alıntıyı yaptığım söyleşi de şu ifadeye de yer vermiş şair: "'Babaya mühürlenmek' diye bir kavram var, hristiyanî bir kavram olarak oğlun Tanrıyla ilişkisini anlatıyor. Fakat biz bunu her baba-evlat için uyarlayabiliriz. Babanın mührünü kırmak gerekiyordu." Bu cümleleri okuduğumda hemen şunu sordum niye bunu her baba-evlat için uyarlayabiliriz? O uyarlama işine razı olan "biz" kim acaba? Bu şiirin merkezinde, "merkezsiz bir ben" olarak Hayriye Ünal var. Ölçütler, "hükümler mecellesi", kelimelerin mana yükü, iyinin doğrunun ve güzelin ne olduğu; Ünal'ın avuçlarının içinde. Göndermelerin onun dünyasında nereye değdiğini bilmek imkansız, gönderme yapılan metinlerin ve isimlerin peşinde yolumuzu kaybedebiliriz. Elbette, donanımlı/donanımsız olmakla alakalı bir durumdan söz etmiyorum; bu şiirin, "aynı suda iki kere yıkanılma" imkanı olmayan bir nehir olduğunu hissediyorum. Bu durumun, bu şiirin iddiasını boşa çıkarma ihtimali dürtüklüyor beni, tereddüt etmekten alamıyorum kendimi.
Benim yukarıdaki rahatsızlığımı çeşitli yollarla ve biçimlerle Hayriye Ünal'a yöneltildiğini gördüm. Hemen söyleyeyim ki bu doğrudan doğruya şairin şahsıyla alakalı bir konu. Kişiselleştirmeye açık, hatta edebiyat-dışı bir yönelime neden olabilecek bir yapısı var. Aklımdaki soruyu gayet açık bir şekilde ortaya koymak istiyorum: Hristiyanî bir kavramı ya da başka bir kavramı, imgeyi Hayriye Ünal kim olarak kullanıyor? ...'dan öğrendim cümleyle bakmak istiyorum burada. Bir metin var, bu metin arkasındaki yazar kim, bu yazarın arkasındaki insanlar/toplum kim?
Dediğim gibi Hayriye Ünal'ın bende güvensizlik telkin eden bu durumu, çeşitli yollarla, biçimlerle eleştiri olarak kendisine yöneltildiğini gördüm. Dergâh ve Fayrap dergilerinde Murat Güzel, Sezai Karakoç'tan aldığı "Hükümler Mecellesi" kavramı etrafında Hayriye Ünal şiirine "Ademin Kızlarından Biri" kitabındaki şiirler merkezinde eleştiriler yöneltti. Murat Güzel'in bir tespitini ben de benimsiyorum: Sezai Karakoç, söz konusu eleştiride İlhan Berk'i, kendi müslümanlığından, inancından yola çıkarak değil, herhangi bir "tekvin teorisi ve ona dayalı bir hükümler mecellesi" olmadığı için eleştirmiş ve bu yüzden İlhan Berk'i insanın kainattaki yerini arayan ama bulmaya niyeti olmayan bir tutumla eleştirmişti. Murat Güzel'in, bunu Hayriye Ünal için söylemesi anlamlı geliyor bana.
Ancak burada Hayriye Ünal'ın "Hükümler Mecellesi" ve Çok Sesli Şiir yazısındaki şu cümle düşüyor zihnime: " Eleştiri kisvesi altında adam asmaca oyunun bir yansıması da var elbette." Ünal'ın bu cümlesinin yanına, Murat Güzel'in yazıları için "Bu eleştiri kıstaslarının sadece kendisine uygulanması"ndan dem vurmasını koymak gerek. Doğal olarak burada bir taraf tutmak gereğini görüyorum ve şüphelerimi/rahatsızlığımı bir kenara koyarak gönülden Hayriye Ünal'dan yana hissediyorum kendimi. Yazımın başındaki alıntılamayı hatırlayarak "adı sanı duyulmamış bir genç" olarak bir şiiri, bir şairi algılamaya çalışırken eksiksiz bir tutum takınmaya çalışıyorum. Tam bu noktada, bu işlerin içinde olmayan biri olarak, Baki Asiltürk'ün YKY'nin şiir yıllığındaki Hayriye Ünal'la ilgili şu cümle daha anlaşılır kılıyor birçok şeyi benim için: " Kimseyle unvan maçına çıkmıyor; ama sürekli bir hareketliliği var. Ötekilerle arasına 'takip mesafesi' koymaya özen gösteriyor." Tabi, burada Hayriye Ünal'ın lehine bir ajitasyon tablosu oluşturma tehlikesi oluşmuş oldu. Ben şu andaki duruma bakarak "Hayriye Ünal'dan yana"yım ancak Hayriye Ünal'ın da benim ölçütlerime göre "kötüleşebileceği", "adam asmaca" oynayabileceği, çifte standart uygulayabileceği, bencilleşebileceği ihtimaline pay bırakıyorum bütün "tereddütlü" durumumla. Pay bırakmak ve hatta bu saydıklarıma meyledecek potansiyeli görüyorum. Bilmiyorum, yanılgı içerisindeyim mi acaba, göreceğiz bunu zamanla.
Türk şiiri; akımların, kuşakların veya ortak bir anlayışta toplanan şairlerin şiiri değildir daha çok şairlerin şiiridir, tek tek şairlerin... "Şair olmak" ayrıca ilgi isteyen bir şiir meselesidir. Türkiye ve Türk edebiyatı, şairlerin egosunu şişirecek klişe argümanlarla doludur. O kadar ki şair bilinmenin avantasından faydalanmak isteyenler olduğu gibi bir suçlama, bugün Türkiye'de mevcuttur ve buna müracaat edilir. Öte yandan, şairin var olduğu ama şiirin ortalarda görülmediği gibi esnafça bir eleştiri de itibar görüyor. Bu ahval, kimi yönleriyle edebiyatın bir konusu olan, kimi yönleriyle edebiyatı ilgilendirmeyen bir konu olan şair olmayı bir mesele diye önümüze koyuyor. Şiir eleştiricileri de bu konuyu gündemlerine almalılar. Bu konuda Hayriye Ünal'ın tutumu, kendisinin dahil olduğu dönem düşünüldüğünde dikkate değer bir tutumdur. Paragrafın başından beri aktardığım durum, bugün için şairlerde şair kimliğinin ağırlığını taşımanın yükü; şiire karşı olmadık efsunlamalar, takdisler uydurmalarını getiriyor. Döneminin kokusunu iyi almasından kaynaklanıyor sanırım; Hayriye Ünal, "şiire beslenen özel duyguları" anlamayarak mevcut durumda şair kalmanın ve şiir yazmanın olanağını saklı tutmayı başarıyor.
Hayriye Ünal'ın yazdığı şiirle türkiye'nin gidişatı arasında paralellikler kurmak, Hayriye Ünal şiiri üzerinden bir Türkiye okuması yapılamaz. Ancak Türkiye'nin gidişatından, değişiminden yola çıkarak Hayriye Ünal şiirindeki değişimler hakkında fikir sahibi olunabilir. Bu durumu, şairin şiirinde ortaya koyduğu; birçok yazıda söylenen ancak yöneliminin belirginliği noktasında tereddütlerim olan, mücadele/isyan temalarıyla ilişkilendirerek tekrar bir kritize yapmak gerekecektir. Öyle anlıyorum ki Hayriye Ünal şiirinin, paragrafın girişinde söylediğim durum bakımından, pasif bir yönü var. Türkiye'deki siyasî değişimler, toplum dönüşümlerinin ya da siyaset/toplum üstüne yapılan mühendisliklerin sonucunda beklenen değişimlere Hayriye Ünal'ın kendisinin de uymasından söz ediyorum. İmâl edilen gettoların birinin içerisinde ama onun dışında bir şiir yazan Hayriye Ünal'dan acaba tam da beklenen bu gettonun içerisinde kalıp onun dışında şiir yazması mı? Isyanın direnmenin, insan kalmanın, insanın kendisine ihanetine bigane kalmamanın şiiri; acaba gerçekten böyle bir hikayenin içerisinde mi yer alıyor şair ve şiiri? Bu yazıyı yazmadan önce Ünal'ın şiirlerini, poetika ve eleştiri yazılarını, blog yazılarını, söyleşilerini okudum; şairin şiiriyle başardığını söylediği şeyi, şairin kendi kendisinden sağlamasını alamayız diyorum ben. Tabi, baştaki alıntıyı anımsayarak bu yargıma da büsbütün abanmış ve fikrisabit değilim. Hem Hayriye Ünal'la ilgili tereddütümü, hem de kendi hükmüme olan güvensizliğimi sürdüreceğim ki bunun şiire dair bana başka ufuklar açacağını hissediyorum.
Ünal'ın şiir üstüne eleştiri ve poetika yazıları son on yıldaki dikkate değer girişimlerden. Eşikteki Özgürlük – Çoksesli Şiir kitabını, eleştiriden çok, poetik bir kitap olarak kabul edebiliriz. Kitaptaki yazılarda, manifestoların barındırdığı keskin çizgiler, hükümler yok. Bir şiiri, bir şairi de eleştiri nesnesi olarak ele almadığını da hesaba katarsak, bu kitabın bir eleştiri kitabı olmadığını da söyleyebiliriz. Ancak kitaptaki son dört yazıda Hayriye Ünal'ın çağdaşı şairlere ve poetik ürünlere dönük değerlendirmeleri, eleştirileri de mevcut. Fakat bu yazıları, Ünal'ın Hece dergisindeki "Takip Mesafesi" yazılarıyla aynı niyeti, aynı paralelliği taşımadığı için büsbütün eleştiri yazıları olarak değerlendirme imkanı yok. Manifestolar çağının geçtiği, manifesto yığılmalarının kendi gücünü ve işlevini yok ettiği bir dönemde Hayriye Ünal'ın ortamdaki hurafeleri hedef seçmesi ve şiir bildirilerinin yığılmalarına karşı "temiz"lemeler yapması daha işlevsel olmuş görünüyor. Eşikteki Özgürlük kitabı şiir – dışı unsurlara karşı, şiire bir nefes alacak saha açma çabası değerlendirilebilir. Fakat bunu yaparken Hayriye Ünal'ın başka şiirlerin mezarcılığını üstlenmeye fazlaca kapıldığı yerler olmuş. Bunun Hayriye Ünal'ın kendisini de yanıltabileceğini, bazen boşa düşürebileceğini sanıyorum.
İşte bütün bunlar ve benim tereddütlerim salt, dolaysız bir şekilde "Hayriye"yi tanıyabilecek mi? Şiir aradaki mesafeyi kaldırabilecek mi? Benim "okuyucu"luğum buna yetişebilecek mi? "Hayriye" acaba buna yetecek şiiri ortaya koyabilmiş mi/koyabilecek mi? Türk şiirinin, bu insanî tecrübeyi sağlayacağına inanıyorum.
(AŞKAR DERGİSİNDEN ALINMIŞTIR)