Menu
HAPİSHANEDEN HABER VAR...
Haberler • HAPİSHANEDEN HABER VAR...

HAPİSHANEDEN HABER VAR...

Hakan Albayrak Mavi Marmara’daydı. Peki Gazze’de kime gidiyordu? Bu hafta, yolculuğunun başında öylece kalakalan, okuyamayan, yazamayan ve fakat sessiz gemiyi özleyen okudumyazdim.net bu sorunun peşine düştü. Karşısına Omayya Joha diye bir kadın çıktı.

İnsan okuyamayınca-yazamayınca ne yapar? Konuşur, uyur, yemek yer veya bunlara yakın şeyler yapar öyle değil mi? Okuyamayınca yazamayınca hayat kocaman bir şekilde karşına dikilir insanın. Uyuşamazsın. Olup bitene bakmak zorunda kalırsın. Olup biteni anlamak mı? Bu bizim işimiz değil bence. Olmamalı yani. Arkasında, önünde, yanında, yamacında olanı görebilmek bence bize düşen. Konuşa konuşa durum hangi boyutlara varıyor sizler de görüyorsunuz, öyle değil mi? Salya gittikçe büyüyor. Evet sadece bu oluyor. Salya gittikçe büyüyor. Mesela bundan arkamıza bakmadan kaçmak bizim en büyük işimiz. Öbür türlü ne oluyor biliyor musunuz, hakikat kaybolup gidiyor. Bir daha yakalayamıyorsun. Şu şekilde anlatmaya çalışayım bir de. Durumu biliyorsunuz işte. O sabah görüntüleri izlerken bir yandan da alt yazılardan ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. İtiraf.Gözüm ekranda kimi aradı ilk biliyor musunuz? Jack Bauer ve tayfasını. Haydi be, bu şimdi gerçek mi, dedim. Sonra tabi ne olduğunu anladık ama ilk tepkim bu olmuştu. Yani savaş olmayan savaşları, mesela bir ölüm hikâyesini filmin devamı olarak görmeye çok alışmış olan ben, bir Allah-u Ekber diyemedim o an. Jack Bauer oralarda bir yerdeydi işte. (Ha bir de, n’oluyo lan dedim evet. Kimi hatırlattı size bu?) Konuşmak veya susarak kendini görüntü bombardımanına açık bir hale konumlamış olmak insanı aynı yere getiriveriyordu. Hakikatin parladığı o çok mühim anlar, kendi hikâyenden kaçıp gidiyordu. Hikâyene tutunamıyordu. O hikâyeye eklenemiyordun. Postmodern, modern, dijital, bilgi artık adı her ne haltsa, bu çağın bize yaptığı en büyük kötülük bu işte, görmene rağmen şahit olamamak. Gözünün önünde olana, haydi be bu şimdi gerçek mi, Jack Bauer oralardadır diyerek şahit, haydi çekinmeyelim şehit olamamak.

Sorarım size, sonrasında olayın içinde Hakan Albayrak gibi bazı tanıdığımız, bildiğimiz yüzler olmasaydı işin rengi bu boyutlara ulaşır mıydı? Hakan Albayrak önce Bosna’daydı, şimdi Gazze’deydi. Hakikat buydu, bu kadardı. Tam da buna tutunmamız gerekirdi. Bu insan yüzlerini çoğaltmamız gerekirdi bana kalırsa. Hakan Albayrak Mavi Marmara’daydı. Peki Gazze’de kime gidiyordu? Ne götürecekti ona? Gazze deyince, bedenini ona siper edip ölüveren o güzel kız Rachel dışında aklımıza bir isim geliyor muydu? Açık hava hapishanesi, abluka, ambargo, Filistin, Hamas ne demekti ki? Gazze fotoğrafları ekranlara düştüğünde tanıdık bir yüzü arayabiliyor muyduk bizler?

İki yıl kadar önce el Cezire televizyonunda bir belgesel izlemiştim. Gazze’den bir yüz hayatımın ortasına düşmüştü o belgesel sayesinde. Omayya Joha. Arapların kadın Hanzala’sı diye bir yazı yazdığımı hatırlıyorum onun için. Ve Gazze dendiğinde aklıma ilk önce gelen “isim” artık Ümeyye olmuştu. Son olaydan sonra hemen onunla yazıştım. İnternet üzerinden konuşmak ne kadar da zor oldu. Gazze’de hakikaten de elektrikler sık sık kesiliyor, bu safsata falan değil, gerçek. Üst üste birkaç gece konuşmayı denedik, olmayınca mail yoluyla ben ona sorularımı ilettim. O da sağ olsun cevaplayıp yolladı. Siyasete bulaşmadan Gazze’deki gündelik hayatı, sanatını, son olayın Gazze’de nasıl yankı bulduğunu sakin sakin anlatmış oldu Ümeyye.

GEÇMİŞİ OLAN BİR KADIN

Önce biraz Omayya Joha’dan bahsedeyim sizlere. Arap dünyasında yetişen ilk kadın karikatürist o. Hanzala’nın yaratıcısı Naci el-Ali’nin ruhunu, çizdikleriyle diri tutan bir sanatçı. Zaten karikatüre başlamasında da Naci el-Ali’ye duyduğu büyük hayranlık etki etmiş. O karikatürlerinde imza olarak, anahtarı kullanıyor. Eve dönüşü, İsrailliler’in ellerinden aldığı evlerine muhakkak geri döneceklerinin duasını o anahtarla karikatürlerine yansıtıyor. Hanzala’nın eline bir anahtar iliştiriveriyor sanki Ümeyye. Karikatürlerine baktığınızda hep acı görüyorsunuz Ümeyye’nin. Bunda içinde yaşadığı coğrafyadaki durumun payını, ilk bakışta fark edebilirsiniz pek tabii. Ama onun hikâyesinde daha somut şeyler var. Önce ilk eşi Rami’yi, 1 Mayıs 2003’te gerçekleşen bir İsrail saldırısında kaybediyor. Daha sonra ikinci eşi Veil, geçirdiği bir mide kanaması sonucunda İsrailliler Gazze’nin dışına çıkmasına izin vermedikleri için yine bir mayıs ayında, bu sefer 3 Mayıs 2009’da hayatını kaybediyor. Rami’nin hikâyesini önceden okumuştum, fakat Veil’i bu sefer görüştüğümüzde öğrendim. Rami, Veil ve Ümeyye yakın arkadaşlarmış üstelik. Üniversiteden. Şimdi ikisinin mezarı yan yana. Onların yanına gideceğim günü bekliyorum dedi Ümeyye. Buz tuttum ben.

GAZZELİLER’İN DE AĞZI AÇIK KALMIŞ

lk olarak son olayın nasıl yankı bulduğunu sordum Gazze’de. İsrail’in her ne kadar zalim bir ülke olduğunu bilseler de, bu kadar ileri gideceğini onlar dahi beklemiyorlarmış. Ağzımız açık kaldı dedi Ümeyye. Onlar da şok olmuşlar. Saldırı haberi duyulur duyulmaz insanların evlerinde duramadığını; kadın, erkek, çoluk çocuk herkesin sokaklara döküldüğünü söyledi. Ellerinde Türk bayraklarıyla herkes Gazze limanına koşmuş. Hatta, Ümeyye de kızı Nur için bir Türk bayrağı almak istemiş, fakat bulamamış.

DENİZDEN TEKERLEKLİ SANDALYE

Ona bu yardım gemilerinin Gazzeliler için ne demek olduğunu, mesela bizzat kendisinin bu gemilerden bir şey edinip edinmediğini bilgiç bilgiç sorduğumda; Veil’in başına neler geldiğini öğrendim. Mide kanaması geçiren Veil, Gazze’nin dışındaki daha donanımlı bir hastaneye gitmesi gerektiğinde İsrail buna engel olmuş. Ve öldüğünde yalnızca 32 yaşındaymış Veil. Engelli genç kızların, genç erkeklerin tekerlekli sandalye için gözlerinin yollarda, gözlerinin hep denizde olduğunu söyledi sonra Ümeyye. Diğer insani ihtiyaçlarının yanında evlerini tamir etmeye ihtiyaçları var Gazzeliler’in. Çünkü İsrail sürekli olarak onlara zarar veriyor. Fakat Gazze’ye inşaat malzemesinin girmesi yasak. Yiyecek, tıbbi malzeme, ilacın yanında, yazın sıcağından, kıştan korunmak için özellikle inşaat malzemesine ihtiyaç olduğunu belirtiyor Ümeyye.

TELEVİZYONUN İÇİNE GİRMEK İSTEYEN ÇOCUKLAR

Günlerin nasıl geçiyor dedim Ümeyye’ye. Her günkü gibi dedi. Her insanınki gibi dedi. Yalnız çocuklar başka dedi. Gazzeli çocuklar televizyona yapışık bir halde yaşıyorlarmış. Çocukları gördükçe çok üzüldüğünü özellikle belirtti Ümeyye. Kendi yaşıtlarını televizyonda oyuncaklarla oynarken, rahat rahat dışarda dolaşırken gördükleri zaman televizyonun içine girmek istediklerini söylüyormuş Gazzeli çocuklar. Joha çizgi film yapım şirketinde işte bu çocuklar için çizgi filmler üretiyorlar. Yaptığı işi bu yüzden çok önemsiyor Ümeyye. “Yazan” isminde bir çocuk dergisini daha yeni yayın hayatına kazandırmışlar. Gözlerinin hep Gazeli çocukların üzerinde olduğunu, sürekli olarak onları izlediğini, hayata karşı dirençlerini diri tutmanın bu dünya üzerinde bulunmasının en önemli sebebi olduğunu söylüyor.

DENİZİMİZE SİZLERİN KANI KARIŞTI

Kuşatmanın onlara nefes alacak tek bir yer bırakmadığını söylerken duraksamış Ümeyye. Anlaşılıyor bu yazdıklarından. Ama iyi ki deniz var demiş sonra. Okumak ve çizmek için deniz kenarına gidiyormuş. Artık o denizin suyuna onlar için ölen insanların kanları karıştığı için deniz, Gazze ve özellikle onun için çok daha önemli bir hale gelmiş.

Bu kadar söyledikleri. Mavi Marmara Ümeyye’ye ve onun çocuklarına gidecekti işte. Art arda iki sevgilisini kaybeden, hep denize, hep Gazzeli çocuklara bakan Ümeyye’ye.

(www.okudumyazdim.net ‘ten alıntılanmıştır, 07 Haziran 2010)