Batılıların gözünde Zeynelabidin bin Ali, “Tunus’un Mustafa Kemali...’’ idi. Hiç oradan gitmeyecekmiş gibi ülkeyi 23 yıl despotça zulmederek yönetti. Mübarek ve benzerleri de öyle.
Ne gariptir ki demokrasi, İnsan Hakları, özgürlük, hak hukuk adalet (!) edebiyatı yapan batılılar bütün bu evrensel değerleri dünyanın gözü önünde çiğneyen Tunus ve Mısır diktatörünün hep yanında yer aldılar. Sömürülerinin devamı için onları omuzlarında taşıdılar, şişirdiler. Firavunlaşmaları için her ne gerekse, hep birlikte gereğini yerine getirdiler.
1956’dan zamanımıza kadar diktatörlerin elinde Tunus sömürgeci Fransa’nın, Mısır İngiliz ve ABD’nin bir eyaleti gibi idi. Tunus’ta devletin bütün kademelerinde, halkın günlük konuşmasında hakim dil bir sömürge ülkesi gibi Fransızca idi.
Müslümanlar birçok İslam ülkeleri gibi kendi ülkelerinde öksüz, kendi ülkelerinde yetim ve parya gibi yaşadılar.
Özgürlük sadece halkın damak zevkine tattırılıp geri çekilen bir elma şekeri gibiydi.
Her gelen diktatör kendi çevresini, kendi zenginini oluşturarak ülkenin yeraltı, yerüstü kaynaklarını yağmalayıp işgalcilere peşkeş çektiler.
Toplum zengin ve fakir diye iki kısma ayrıldı. Zenginler iktidar seçkinleri, fakirler ise; halk kitlelerinden oluşuyordu. Tabii bütün bu çarkın tepesinde sömürgeci gücün yerli münafıkları oturtulmuş fildişi kulelerinden ülkeyi yönetiyorlardı.
İletişimin ışık hızıyla, teknolojinin şaşırıcı bir cazibeyle geliştiği bir dünyada hiç bir şey artık kapalı kapılar arkasında gizli kalmıyordu.
Toplum her şeyi yakından takip eder, öğrenir ve bilir oldu. Rüşvetler, hırsızlıklar, haksızlıklar, kalpazanlıklar, iki yüzlülükler, deveyi hamuduyla birlikte yutmalar gözlerden kaçmıyordu.
Fas’ta, Moritanya’da, Cezayir’de, Mısır’da, Ürdün’de, Suriye’de, Yemen’de, Suudi Arabistan’da ve diğer birçok İslam ülkesinde yaşananlar Tunus ve Mısır’da yaşananlardan pek farkı yok. Her yerde zulüm, her yerde sömürü, her yerde işgal güçlerinin yerli orduları, işbirlikçi komutanları, iki yüzlü yöneticileri iktidar koltuğunu silah zoruyla tutuyorlardı.
Tunus’ta harekete geçen fay hattı diktatörlükle yönetilen Mısırı ve tüm İslam ülkelerindeki baskı altında tutulan kitleleri harekete geçirmeye yetti. Öyle ki artık, Firavunlara bir bir yol görmeye başladı.
Firavunların ana vatanı Mısır’da da halk ayaklanınca, başta Mısır diktatörü olmak üzere nereye gömüleceği, nerede bir mezarlık toprak bulabilecekleri sorun olmaya başladı.
Başta, işgalci sömürgeci devletler olmak üzere kimse Firavunların günahına ortak olmak, hatta; onlarla aynı karede görünmek bile istemiyorlar. “Akrebin kurbağa ile arkadaşlığı suyun öte yakasına kadarmış.” Ha bu onlara ders olsun!
Tüm Ortadoğu’da dökülen bunca kanlara, çekilen bunca zulümlere, sömürü ve yağmalamalara şahit olan müslümanlar, özledikleri adil ve özgürlükçü bir sistemi mutlaka kurmak zorundalar.
Ok yaydan çıkmıştır. Geri dönmek, yeni tayin edilecek Firavunlara boyun eğmek, uluslar arası kuruluşların ve dış güçlerin oyununa gelmek bunca tarihi tecrübelere rağmen normal bir akıl ve mantıkla bağdaşmıyor.
Ne garip bir dünya ki, ömrünü İslam ve müslümanlara karşı savaşmaya adamış çağdaş Firavunlara sığınma hakkını Suudi Arabistan geliyor.
İş, aş ve özgürlük mücadelesi adıyla başlayan ayaklanmalar, domino taşı etkisi yaparak diktatörleri deviriyor er veya geç diğerleri vakitleri gelince teker teker devrilecek..
Geri de iki önemli mesele kalıyor:
1. mesele; eski diktatörlerin yerine yeni tayin edilecek Firavunlara itaat edilecek mi, yine dış güçlerin sinsi oyunlarına mı gelinecek veya ayaklanan halk kendi iradesini serbestçe iktidara yansıtabilecek mi? ? Esas mesele bu.
2. Mesele; eski Firavunlar acaba nereye gidecekler, nereye gömülecekler?
Bu pek o kadar önemli değil. İsterse; Kızıl denize gömülsünler, isterse; istedikleri yere gitsinler. Ayaklanan insanların öfkesi onları, gölge gibi ölünceye kadar takip edecek..
Cehenneme dibine kadar yolları var... Ateşleri bol olsun.
İslam ülkelerindeki Firavunlar devrilmeye, putlar kırılmaya devam edilecek...
(ÖZGÜN DURUŞ, 10.02.2011)