Menu
bitmedi devamı var...
Haberler • bitmedi devamı var...

bitmedi devamı var...



Sait Faik Abasıyanık, 14 Kasım 1950'de vefat eden Orhan Veli hakkında Yeditepe dergisinde bir veda yazısı yazar. (1 Aralık 1951)

Yazıda, Orhan Veli'yle olan bir hatırasına da yer verir. Şöyle:

Mustafa'nın Meyhanesi'nde Kavaklıdere'nin başındayız.

"Sence en büyük şair kimdir, Orhan?"

"Fuzuli."

İkinci şişenin ikinci bardağındayız.

"Fuzuli'den sonra?"

"Fuzuli mi? Kimmiş o?"

Bir de 1981 tarihli Varlık Yıllığı'na bakalım, diyorum. Varlık dergisi ile Varlık yayınlarının önemini ve Cumhuriyet Türkiyesi'nde neye karşılık geldiğini, herhalde bilmeyeniniz yoktur.

Malum, bugünlerde 12 Eylül askeri darbesini en sert şekilde eleştirenler, "Kenan Evren yargılansın" diye kampanyalar düzenleyenler, daha çok bu kesime mensup insanlar. Yani Varlıkçılar, Cumhuriyetçiler falan.

Varlık Yıllığı'nda bir önceki yılın siyasi, edebi vs değerlendirmesi yapılır. 1981 yıllığında da, doğal olarak 1980 yılını değerlendiriyorlar.

Derginin ve Türk solunun ağır toplarından Yaşar Nabi Nayır, "1980'e Toplu Bir Bakış" başlıklı sunuş veya giriş yazısında, 12 Eylül Askeri Darbesi'ni şöyle değerlendiriyor: "... Gerek iktidar, gerekse muhalefet, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı uyarıya duyarsız kalmıştı, aynı hava sürüp gidiyordu, adeta bir iç savaş yaşanıyordu ülkede. Sonunda ordumuz duruma el koymak zorunda kaldı. 12 Eylül sabahı, TRT'den yapılan yayında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hükümetin ve parlamentonun feshedildiği, parlamenterlerin dokunulmazlıklarının kalktığı, ülkede sokağa çıkma yasağı konduğu bildiriliyordu. Org. Kenan Evren'in başkanlığında Milli Güvenlik Konseyince yapılan bu harekât kısa sürede hepimizde bir güven ve minnet duygusu uyandırdı. Evet, yapılması gereken buydu, başka çıkar yol yoktu. Yitirilmek üzere olan devlet otoritesini yeniden sağlamak için gereken önlemler zaman yitirmeksizin alınmalıydı. (...) Yapılacak işlerin zorluğu göz önünde bulundurulursa, tüm ulusun Milli Güvenlik Konseyi'ne yardımcı olması gereği daha iyi hissediliyor."

Burada, bu sözlerin veya tespitlerin doğruluğunu tartışmıyoruz. Yaşar Nabi Nayır'ın soyadından ilhamla, "Nayır, n'olamaz" gibi kötü espriler de yapmayacağız. Fakat yukarıdaki iki örnekten yola çıkarak, şunu söylemek en doğal hakkımız: Türk edebiyatına ve Türk fikriyatına yıllar boyu işte bu zihniyet yön vermiştir.

Orası öyle de, burası nasıl? Daha açık bir ifadeyle, sağcılar ne durumda? Sadece Avrupa Birliği örneğini vermek bile, sanırım yeterli olacaktır. Dün, "Hıristiyan ittifakı" diyerek Avrupa Birliği'ne şiddetle karşı çıkanlar; bugün, bu birliğin bir numaralı savunucuları olmadı mı? Oldu. Hıristiyanlar hâlâ Hıristiyan olduğuna göre, demek ki bizde bir şeyler değişti.

Kuşkusuz, nereden nereye geldiğimize veya tutarsızlığımıza dair onlarca örnek verebiliriz. Ama malumu ilan etmek, can sıkmaktan başka ne işe yarayacak?

Meselenin kültürel boyutuna gelince... Pek Muhterem Ömer Lekesiz Ağabey, Yeni Şafak gazetesinde, birbirinden kıymetli ve uyarıcı yazılar yayımlıyor. O yazıları okudukça, değerli olmak ile önemli olmak arasındaki farkı daha iyi anlıyorum. Tabii değerli olmadan önemli olanları da az çok tanımış oluyoruz. Sayın Lekesiz'in yazıları bize şunu da öğretiyor: "Sınırlar yapay, coğrafyalar ise gerçektir."

Bir sonraki yazımız, bu yazının devamı olsun.

(MİLLİ GAZETE, 28 ARALIK 2009)