Ateşten Kelimeler
Hayatımızı yansıtan, dile getiren bütün kelimeler gerçi artık ateşten kelimeler oldu ama benim size anlatacağım ateşten kelimeler eleştirmen dostum Ömer Lekesiz’in son kitabının adı.
İlk izlenimim, bu kitabın “mansur şiirlerden” (nesir şiir) oluştuğu idi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nın “Erenlerin bağı” nı çok severdim. Ama Ömer Bey’inkinde bir başkalık gördüm. Yakup Kadri’ninkinde şiirli tasvirler ve dilin güzelliği. Ömer Bey’inkilerde, bunlara ilave olarak bir hikmet derinliği vardı.
Şeyh Galip’ten Tanpınar’a Ziya Osman’dan Kerküklü Nevruzi’ye, Gülten Akın’dan Fuzuli’ye, aşkın dile getirilişine tanık birçok şiir, mısra, söz, bir “olmayan aşk” gibi gelen ama yer yer somut ayrıntılarla var olduğu zannedilebilen bir aşk
neşidesi yazıyorlar.
Arada imzasız bazı şiirler var ki bunlar eğer Ömer Lekesiz’in ise çok şaşırtıcı. Ben onu eleştirmen bilirdim sadece.
Nedir rüzgârı bunca hızlandıran
kalabalıklar
Tatil eder su sesini çeşmelerden,
tutsaklık
Sevginin yokuşsuz yolunda
uçurumlar açan
Bir çiçekken seslenişlerin
hançerende kurur
Hayat neye benzer, beklemek neye
Azrail nefesi her alına soğuk vurur
Ömer Lekesiz’in ateşten kelimeleri bir roman gibi, aşkı anlatıyor.
Kişileri, yeri, zamanı ve her şeyi var. Romana sığmayan bir kurguyla. Romandan taşarak. İşte aşkı anlatan dört cümlesi daha.
Söylenmez aşk, hal diliyle hecelenir.
Söylenmez aşk bir kapta duruldukça bulanan, bulandıkça durulan su gibidir.
Söylenmez aşk, damla damla gözyaşına vurulur.
Söylenmez aşk, ona tuza koşan kuzular gibi koşulur
Erhan Göksel
Erhan Göksel’i televizyonlardan tanımıştım. Tanımaktan zevk duyduğum büyük zekâlardan biriydi. Şimdi bunlar teker teker ya “marjinalleşti” yahut yok edildi. Ekranlar ve genel olarak her şey “vasat” ın hakimiyetine doğru sürükleniyor. Bu yüzden de Ümraniye soruşturması sırasında tutuklanması ve o çok kıymetli arşivinin ve belgelerinin alıkonulup bir daha verilmemesi üzerine, bu üzüntülerimi bildiren bir yazı yazmış ve milli, vatanperver tavrını vurgulamıştım.
Çıktıktan sonra bana telefon edip teşekkürlerini bildirdi. O sıralarda da babası vefat etmişti. Onu da bildirdi, yazımda üzüntülerimi ve taziyelerimi belirttim. Tekrar teşekkür konuşmasını aşan daha samimi bir konuşma geçti aramızda. Sonra onu, elbette, ne ekranlarda ne de başka yerde gördük. Meğer Amerika’ya gitmiş. Hazin bir son.
Kendisine bütün kalbimle Allah’tan rahmet, ailesine de sabır dilerim.
Ölülere bile sahip olamıyorlar
Zonguldak maden faciasında iki cesedin hâlâ bulunamamasına ne dersiniz? Acı bir şaka gibi diyeceğim, değil, korkunç bir vaka. Bir de üstelik şimdi mezarlar karıştığından açılacak ve...
Bütün bu acılar, beceriksizlikler, sallapatilikler içinde, Tayyip Bey’in ABD ile İran arasında arabuluculuğa soyunması ve Tahran’daki, Lula ile elele, gözgöze oturup dondurma yiyişleri geliyor aklımaa.
Tayyip Bey şimdi de Brezilya’ya gitti. İyi de sizin Brezilya’yla neyiniz tutuyor, benziyor? Bizim Kuzey Irak’ta harekatımız sırasında Tayyip Bey’in ABD’ye gidişini hatırlayın. Lula ve diğer Güney Amerika liderlerinden bir çoğu artık ABD’ye kafa tutar hale gelmiş, yatırımlarını arttırmış, işsizliğe, eğitime çare bulmuş ülkelerdir. Öyleyse bu doku uyuşmazlığıyla, bu girişimlerin ne gibi faydası olur diyecektim vazgeçtim, ne gibi gerçekliği vardır?
(YENİÇAĞ, 28 MAYIS 2010)