Yazdıkça beni bir heyecan sarıyor. Kalb atışlarım hızlanıyor. Nefes nefese kalıyorum. İçim, med-cezire tutulmuş, inen-çıkan, çekilen-kabaran denizden farksız. Hafızam, şimşek hızıyla parlayıp sönen hayallerle dolup taşıyor. Zihnim, anıların akınlarıyla allak-bullak. Gözümün önünden bir bir renkli resimler akıp gidiyor. Düşündükçe, o günler bana masalmış gibi geliyor.”
Doğrudur, Hamit Can yazarken bir vecd içindedir.
Zor yazardı, yazdıklarını yayınlamakta da çok cimri idi. Aziz ve kadim dostu Ömer Lekesiz “Hamitcan, her derviş gibi söz iznini almadan konuşmadı, yazmadı... Attar’ın neslindendi, kelimenin özlemini çeker, onun doğum sancısını doyasıya yaşar, kemâl noktasını gözeterek aktarırdı kâğıtlara...” der.
Hamit Can’ı 90’lı yıllarda Birleşik Dağıtım’daki mesai günlerimde tanımıştım. Onun sanki sufi dergâhlarından kazanılmış munis, edepli, sufi meşrep sükûtuyla konuşma hali bugün bile zihnimde şekilleniverir. Kalem erbaplığıyla, aynı zamanda çileyi, yoksulluğu, yoksunluğu da peşinen kabullenmiş, hayatını hiçbir anında duçar olduklarına isyan etmemiş, daima mütevekkil, daima kanaatkâr bir dik duruşu seçmiştir.
Hamit Can üstad Sezai Karakoç’la özdeşleştirilen kişilerden biriydi. Üstadın önemsediği ve vuslatıyla kendisini sarsacak kadar sevdiği talebelerindendi. Perşembe izin günüydü, daha acil bir işi yoksa o gününü üstadıyla geçirmeyi yeğler, o gün sanki dünyanın yükünü omuzlarından silkeliyivermişcesine bir rahatlık yaşardı. Diriliş’te yazma onuruna erişmiş ender gençlerdendi ve bu onun yazıdaki ustalığının şahadetnamesiydi. Bunu dile getirmekten utanır, övüncünü iç dünyasında yaşamayı tercih ederdi. O üstadını en iyi özümseyenlerdendi. Bunu Sezai Karakoç Belgeseli’ne imza atarak da göstermişti. Diriliş neslinin bu vakur, zarif, diğerkam yazarı son görevini yapmanın mutluluğu ve huzuruyla Rabbinin huzurunda yerini almıştı.
Değişik alanlarda çokca yazmasına, bir Diriliş yazarı olmasına rağmen yazılarını yayınlamamasının sebebi bu edeb ve tavazuu olabilir diye düşünürüm. Ömer Lekesiz ise bunu; “Üstad Sezai Karakoç’un yazılarını ve şiirlerini anlamanın yitik cenneti bulmadaki etkisini, yaşadığımız günü kavramadaki önemini çok iyi biliyordu; bu bilişin verdiği doygunlukla kendi yazılarını yayınlamayı sürekli erteledi...” diye değerlendirir ki, haksız da sayılmaz.
Derbesiye yazıları ya da rüyalar
Yeni Şafak’ı ziyaretlerimde mutlaka sohbet imkânı bulurduk. Bunlardan birinde konu yazılarına gelmişti. Mardin’le alakalı yazılarından, Mardin’de bizzat kendisinin çektiği resimlerden bahsetti. Sonra o yazılarını ve resimleri bana mail yoluyla gönderdi. Fakat bir türlü yayınlanmasına evet diyemedi. Nihayetinde 2008’in Eylül ayı idi sanırım “Abi sanırım daha güzel bir projem var” diyerek Derbesiye ile ilgi yazılarından bahsetti. Daha sonraları öğrendim, Hamit kardeşi bunları yayınlaması için teşvik eden dostlarımız mevcutmuş. Mesela Ömer Lekesiz: “Rüya tadında anılara dönüşen geçmiş zaman kayıtlarını kitaplaştırması için, yayınlanınca onların mahremiyetlerinin kaybolmayacağına ikna edilmesi gerekiyordu... Çünkü onları bir rüya gibi tabir ediyor, bir masal evreninde onlarla geziniyor ve huşu içinde yazıya aktarıyordu. Dostlarının, ‘Hamit, bir elli yılımız daha olmayacak, net ortamında yayınlaman yeterli değil, kendi denetiminde kitaplaştırman, seni daha mutmain kılar’ şeklindeki tatlı-sert ısrarlarından sonra, Mekki Yassıkaya’nın da desteğiyle Derbesiye Günleri’nin 1. kitabını yayınladı. Çekincelerinde haklıydı belki de Hamitcan, belki de yanılan bizlerdik.”
M. Nuri Yardım şunları yazmıştı: “Derbesiye Günleri yazıları sitemizde en çok yorum alan yazılardı. O da bunun farkındaydı. Hayırlı bir iş yaptığını hepimiz biliyorduk. Mardin’in Derbesiye (Şenyurt) ilçesi bütün mazisiyle, insanlarıyla, sâkinlerinin huylarıyla, gelenekleriyle, kısacası bölgenin sosyal ve kültürel hususiyetleriyle yazılara aksediyordu. Hele o candan yorumlar, o sevgili hemşehri duyguları...
Bazen derin sessizliklere gömülürdü. Uzun zaman sesi çıkmazdı. Sonra gelirdi, meğer dünyanın öbür ucuna gitmiş, gezi yapmış olurdu. Afrika’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada at koşturmuş... Bu sefer Sanatalemi’ne gezi yazılarını yazardı. Bunlar da zevkle okunurdu. Şimdi sitemizde duran gezi yazıları da mükemmeldir.”
Bu sessizlikle kim beni bilecek
Aziz Dostum, can kardeşim Hamitcan’ın kaderi de ölümünden sonra değeri bilinecekler cemaatinden olmak şeklinde tecelli edecektir. Pek çok tanıdığının arkasından gözyaşı döktüğü bu günleri keşke seyredebilseydi. O sessiz yaşadı, yaşamak o ise. “Ben Rabbime dua ederken, bana hayırlısını ver demiyorum, bana yetecek kadarını ver diyorum. Sence bu duam isyan içeriyor mu?” diye kendini özetleyen edep kahramanlarımızdandı.
Her nedense Hamit kardeşi hatırladıkça hep aklıma merhum Mehmet Akif gelir. Ben onu Akif’imizin şu dörtlüğüyle yad etmeyi severim: “Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,/Günler, şu heyulayı da er geç silecektir./Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,/Sessiz yaşadım, kim... beni nerden bilecektir!?”
Minnetle, sevgiyle anıyor, sevenlerine yeniden başsağlığı diliyorum.
(STAR, 6 MART 2010)