Yüce Allah dünya hayatında herşeyi zıddıyla birlikte yaratır. Gece-gündüz, güzel-çirkin, sıcak-soğuk, aydınlık-karanlık, temiz-kirli, yeni-eski, genç-yaşlı dünyada tümü bir aradadır. Aynı şey insanlardaki ahlâk özellikleri için de geçerlidir. Tüm bu zıtlıkların yaratılış hikmeti ise aralarında kıyas yapabilmemiz amacını taşır. Tümü, şükretmemiz ve güzel ahlaka yönelmemiz için birer vesiledir.
Nefsi, insanı Allah'ın hoşnut olmayacağı çirkin davranışlara yöneltmek ister. İnsanın nefsinde ruhu kirleten cimrilik, bencillik, kıskançlık, ümitsizlik gibi birçok eğilim vardır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: "İnsan nefsi kötülüğü emreden bir yapıda yaratıldığına göre, her insandan kötü ve ahlak dışı davranışlar beklemek gerekmez mi?"
Nefse hem fücur hem de ondan sakınma, yani vicdanı ilham edilmiştir. Fücur, günaha, isyana, yalana, baş kaldırıya ve Allah’tan yüz çevirmeye yönlendirir. Yani nefsimizde iki ayrı özellik bir aradadır: Kötülüğe eğilim ve kötülüklerden sakınmaya yönlendiren vicdan.
"Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun)." (Şems Suresi, 7-8)
Kesin bilgiyle iman eden ve içinde Allah korkusu taşıyan mümin, nefsinin fücurunun kötülüğe yöneltmek için fısıldadıklarını değil, doğruyu işaret eden vicdanını dinler.
Samimi mümin söz ettiğimiz bencilce nefsani davranışları Rabb’inin beğenmediğini bilir; aksine cömert, özverili, neşeli, ümitvar ahlâkı yaşar. Her an çirkin davranışlardan sakınmaya, iyi ve güzeli seçmeye yönelten -Allah’ın ilhamı olan- içindeki pozitif güce uyar. Tümünü yaşamı boyunca kararlılık, sabır ve azimle yaşamaya, nefsini arındırmaya çalışır.
Dünya hayatında olduğu gibi ahirette de zıtlıklar bir aradadır. Yüce Allah, dünyadakinden farklı olarak, ahiretteki tüm güzellikleri eksiksiz/mükemmel şekliyle cennette bir arada yaratmıştır. Tümü insanın en hoşlanacağı mükemmelliktedir, kusursuzdur. İnsanın hoşlanmadığı, ruh ve bedeninin azap duyacağı tüm ayrıntılar da cehennemde bir arada yaratılmıştır. Dünya hayatındakinden farklı olarak ahiret zıtlıkları birbirinden kesin çizgiyle ayrı tutulmuştur.
Dünyada müminin yaşadığı her ortam her açıdan tertemizdir, maddi-manevi kirlerden arınmıştır. Ancak mümin, imtihan gereği temizlemesi gereken pisliklerle de karşılaşır; zıtlıkları sürekli yaşar. Dünya hayatının zıtlıklarındaki hikmet müminin, dünyanın geçiciliğini anlayabilmesi, Rabb’i karşısındaki aczini kavrayabilmesi ve ruhunun eğitilip olgunlaşabilmesine vesile olmasıdır. Ancak mümin, dünyada sergilediği güzel ahlâk nedeniyle, ahirette pislikle, acizlikle, zorluk ve sıkıntıyla muhatap olmaz; bolluk ve bereketle ödüllendirilir.
Dünyada iken Allah'ın sınırları içinde yaşamamış, Rabb’inden yüz çevirmiş kimseler ise, yaşadıkları cehennemde dünya hayatında gördükleri nimetler ve güzelliklerden sonsuza dek yoksun bırakılırlar. Allah’ın beğendiği ahlâkı yaşamış müminlerin, dünyadaki eksiklikleri hatırlamaları ve cehennemdeki yaşamı da görmeleri nedeniyle cennetteki nimetlerden aldıkları haz çok fazladır. Maddi-manevi güzelliklerden aldıkları hazzın yanı sıra Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olmanın verdiği huzur ve mutluluk hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Kur’an’da cennet ve cehennem halkına kendi yaşamlarıyla kıyas yapacakları görüntüler izletileceği haber verilir. Böylece cennet halkının yaşadığı hazzın ve cehennem halkının yaşadığı azabın şiddeti daha iyi anlaşılabilir.
"Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır." (Araf Suresi, 50)
İnanan insanın karanlık, kasvetli, kirli ve dar ortamda içi sıkılır. O ortamdan geniş, ferah ve temiz bir yere girdiğinde ise nimeti fark eder ve kıyaslayarak şükreder. Bir Kur’an ayetindeki "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım…”(Fatır Suresi, 37) ifadesini hatırlar ve içi titreyerek korku duyar. Yaşamını “duvarları insanı çepeçevre kuşatmış” ve içerisine hapsetmiş olan cehennemden sakınmak amacıyla Rabb’inin rızası üzerine inşa eder.
İnsan ahiretteki sonsuz yaşamı düşünürken de, dünya hayatındaki kavramlarla kıyaslayarak cennetin muhteşemliğini, cehennemin de dehşet vericiliğini hayal eder. Kişi böylece bir taraftan cehennemi hak edecek duruma gelmekten şiddetle sakınır, kendisini düzeltir, diğer taraftan da cennete layık olabilmek için kendisini eğitir. Örneğin özverili, bağışlayıcı, yardımsever insanların yaşadığı bir ortam, insana cennet ortamını hatırlatır. Tam aksi ahlâk özellikleri taşıyan kişilerin bir arada bulundukları ortam ise cehennemin bir benzeridir. Kişi derin düşünerek ve bu kıyaslamaları yaparak, cennetin değerini kavrar.
Dünya hayatında tanık olduğumuz farklılıklar arasında kıyas yaparak nimetlerin ve güzelliklerin bilincine varabiliriz. İşte tüm bunlar Allah'ın hem çevremizde, hem de kendi nefsimizde yarattığı zıtlıkların bir hikmetidir. Bu nimet ve güzellikler nedeniyle şükrederek, Allah'ın hoşnutluğunu kazanma umudu içinde hep daha güzeli, daha iyisi için çaba göstererek en kusursuz olan sonsuz yurda ulaşabiliriz.