Menu
TAKVİM TANIMAZ BİR HAYATIN GÜNCESİ
Deneme/İnceleme/Eleştiri • TAKVİM TANIMAZ BİR HAYATIN GÜNCESİ

TAKVİM TANIMAZ BİR HAYATIN GÜNCESİ

Hüseyin Su, ülkemizin son elli yıllık kültür, düşünce, sanat, edebiyat tarihinin şahidi ve yer yer öznesi olmuş bir isim. Kendi düşünce, sanat, edebiyat ocağının ateşini Edebiyat dergisinden almış isimlerden birisidir. Kalemin yükünü, Edebiyat dergisinin değerler dünyasına sadık kalma çabasıyla omuzlamaya devam ediyor. Takvim Yırtıkları, Hüseyin Su’nun 1980 / 1993 yılları arasında tuttuğu günlüklerin neredeyse tamamının Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisine odaklanmış halini içeriyor. Her biri dört yüz sayfaya yaklaşan üç ciltlik bu günlüklerin bir kısmını Hüseyin Su yönetiminde hazırlanan Hece dergisinin, Düşünsel, Entelektüel, Muhalif Bir Tasarım Olarak Edebiyat Dergisi ve Nuri Pakdil başlıklı özel sayısında okumuştuk. Çoklu okumalara açık bir kitap: Takvim Yırtıkları. Bir yönüyle Nuri Pakdil’in ana karakteri olduğu günlük tarzında yazılmış bir roman, bir yönüyle de entelektüel İslam düşüncesinde kalıcı bir iz bırakmış olan entelektüel bir isim olarak Nuri Pakdil’i, Edebiyat dergisini anlatan belgesel bir metin. Asıl itibariyle de bir öykü yazarının hayattan bilgelik devşirişini, iç dökümlerini okuduğumuz günlük.

Günlüklerdeki Nuri Pakdil Ya Da Bir Romanın Kahramanı

Edebiyat dergisi ya da Nuri Pakdil dediğimizde, -ki ikisi birbirinden ayrılmaz- bir bütünü imler, bir imgeyi de çağırmış oluruz dilimize. Kendinde inanç, yazı, sanat, sorumluluk, eylem, ilke, emek, direniş gibi kavramları saklayan bir imgeyi. Bu imgenin gün gün okunarak bir romana doğru genişlediği ve Nuri Pakdil’in de bu romanın kahramanına dönüştüğü metinler bunlar.

Nuri Pakdil bu günlüklerde ya da romanda, kendi hakikatini her gün yeniden tanımlayan ve her gün o hakikati yeniden yaşayan bir karaktere dönüşüyor. Her durumda insani olanı sorgulayış inceliğinden, dikkatinden, eleştirel bakışından etkilendiğimiz bir roman karakterine dönüşüyor. Baktığı her yerde canını acıtan bir ayrıntı yakalayan, kendine, toprağına, tarihine, hâsılı hakikatine yabancılaşmanın hüküm sürdüğü zamanlarda dışta öfkeli ve içte ise onun kahırlı sesini duyuyoruz. Öfkesinin demlendiği anlarda dahi buruk neşesine şahit olduğumuz bir roman kişisi. İncelikli insanlara özgü bir dikkatle hemen her konuda gözettiği bir ölçülülüğü okuyoruz Nuri Pakdil’in kişiliğinde. Duygu, düşünce, ruh ve inanç dünyasında kendi portresini çizme çabasından ödün vermeyen bir eylem adamının gün gün okunabildiği bir roman. Varoluş değerleriyle dünyaya direnen, yaralansa da direnmedeki kararlılığından vazgeçmeyen bir eylem adamının uzun, hüzünlü ama onurlu hikâyesine tanıklık ediyoruz. Sorumluluk bilinci ile okuyan ve ödev bilinci ile okutan bir yol göstericinin dikkatini görüyoruz bu metinler toplamında. Şehirli bir zarafeti oturmasında, yemesinde, içmesinde, etrafıyla ilişkilerinde incelikli yaşayan ve bununla çevresindekilerin yaşantısını zenginleştiren bir portre çiziliyor metinlerde. Ve Ankara, Nuri Pakdil’in yürüyerek üstündeki elektriği toprağa verdiği bir mekâna dönüşüyor bu romanda.

İyi romanlar hayatımıza taşan sahici karakterleri de tanıtır bize. O sahici karaktere günlük hayatınızın bir ânında yakalanıverirsiniz. Tavrı, duyuşu, düşünüşü, eylemi ile ben buradayım der size. Günümüz mümin bireyinin aklına, kalbine söyleyeceği çok şey var bu günlük ya da romandaki Nuri Pakdil’in.

8 Şubat 1988 tarihli günlükten;...’’ Camilerdeki gözlemlerinden çok yaralandığı ve rahatsız olduğu için yine namazın kılınışı üzerine konuşmaya başladı: ”İnsanlarda, namazda yoğunlaşma, diye bir duygu ve dikkat kalmamış beyefendi. Namazda yoğunlaşmayan insan nerede yoğunlaşabilir, nasıl muhalif olabilir? Bir kadının bacağını gördüğü anda yoğunlaştığı, dikkat kesildiği; bir operayı, gösteriyi izlerken ki yoğunluğu ve dikkati namazda gösteremeyen Müslümandan ne bekleyebilirsiniz? Din, iman, dünyaya bakış ideolojik değil arkadaşlar. Bunların hepsi bir rahatlama, boşalma ve moralden ibaret. Ama ben bu çürümüşlüğü, dağılmışlığı gördükçe daha da güçleniyorum hamdolsun. Kendime, inancıma, düşünceme güvenim daha da artıyor, beyefendi.”

7 Mart 1988 tarihli günlükten;...’’Ruhumuza sinmiş bir taşralılık var ki onu mutlaka atmak gerek arkadaşlar, dedi. Herkes ölgün bir taşralı yaşamı sürdürüyor. Bize gerekli olansa, taşra dışı kalmaktır. Çünkü taşra dışılık demek, çizgi dışılık demektir. Başkalarınca çizilmiş bir çizgiyi hayat belleyip sıkı sıkı sarılmak, anlamsızlıktır. Resmi çark hayat olmuş bugün herkes için. Bu çarkın dışında kimse bir başka hayat düşünemiyor. ...Kimsenin yarın için farklı bir kurgusu, farklı bir düşü yok.

7 Eylül 1991 tarihli günlükten;...’’Biraz ilerideki Kanaat Kıraathanesi’ne girip oturduk. Çaylarımızı içerken, “Sayın Su, buraya çok uğruyorum, delirmeyi önlemek için şu karşıdaki dağları seyrediyorum buradan...”dedi. Tüylerim diken diken oldu. Bir süre sustuktan sonra, “Geçen gün bu dağlara bakarken Şeyh Sait’i düşündüm ve halktan sıtkım sıyrıldı! Dedi.”

Günlükteki Belgesel

 Kitabın selamlama yazısında Hüseyin Su, Nuri Pakdil’in düşünce dünyasının ve bütün kitaplarının arka planının en net göründüğü, anlaşıldığı iki eserinin dergi etrafındaki sohbetleri ve Pakdil’in yeryüzüne saçtığım tohumlar dediği mektupları olduğunu yazıyor. İbrahim Paşalı’da, ”Nuri Pakdil: Asla ve Daima” belgeselinde, ‘’Nuri Pakdil’in en büyük eseri kendisidir, kendi şahsiyetidir, yazdığı kitaplar kendi şahsiyetinin sadece dipnotudur, kaynakçasıdır’’ der. Hüseyin Su’nun sohbetleri, İbrahim Paşalı’nın da şahsiyeti diyerek işaret ettiklerini belgesel bir metin açıklığında yine bu günlüklerden okuyabiliyoruz. Nuri Pakdil’in yazdığı, konuştuğu, yaşadığı arasında boşluk bırakmayan eylemlilik hâli görünüyor bu günlüklerde. Entelektüel İslam Düşüncesinin en keskin itiraz diline sahip bir yazar, fikir adamlarından birisi olarak Nuri Pakdil’in fikri itikadına hiçbir eklektik düşüncenin gölgesini dahi düşürmeyişinin çarpıcı ipuçları yine bu günlüklerde. Tavırda bocalamamaya gösterilen çabayı, keskin bir dikkati, yazmayı bir eylem, bir direniş bilişiyle, Edebiyat dergisinin hayatındaki yeri, anlamıyla, sanatçı Nuri Pakdil ile karşılaşacağımız fikrî bir otobiyografi metni aynı zamanda bu günlükler. Entelektüel bir portrenin sahiciliğinin bir öykücü tarafından günden güne keşfedilişi. Nuri Pakdil’in kültürel, entelektüel kimliği Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul arasında kendini oluştururken, kitap bir günlük kitabının sınırlarını aşıp bir “Düşünen Kalem” olarak Nuri Pakdil’in fikrî ve düşünsel dökümlerinin bir belgesi olma niteliğine ulaşıyor.

“Kudüs benim yazgım” diyen ve Kudüs’e dair günün gelişmelerini diri bir dikkatle ya da bir dikkati diriltmek için izleyen Pakdil’deki Kudüs sevgisi ruhi bir ürperiş, Kudüs derdi ise bir istikamet ölçüsü olarak anlaşılabilir ancak.

3 Şubat 1988 tarihli günlükten;...’’Dışarı çıkınca Valilik’in önündeki boşlukta, İstiklal Mahkemeleri sırasında darağacı kurulan yerleri bir kez daha gösterdi: ”işte buralarda kuruldu o darağaçlar beyefendi! Dedi. Biraz yürüdükten sonra geri döndü; “Sakın unutmayın! Hatta zaman zaman gelip buralarda kurulan o darağaçlarını hayal edin. Müslümanların nasıl sallandığını düşünün, dedi. İkinci kez geri dönüp baktı, sanki darağaçlarını seyrediyordu.”

12 Mayıs 1988 tarihli günlükten;...’’ Edebiyat dergisinin çıkarılışında, İstanbul’dan getirdiği eşyalarla annesinin ölümünden sonra Maraş’tan getirdiği iki kat yün yatağı satarak eline geçen parasını derginin masrafları için kullandıklarını anlattı. “İnsan bazen eşyalara karşı bir bağlılık duyuyor. Bunu kırmak ve bu duyguya bağlanmamak gerekiyor,” dedi. “Yine de annemden kalan iki el dokuması halıyı hala koruyorum. Siz de gördünüz onları beyefendi taşınırken. Ne kadar zorda kalırsam kalayım, hiçbir zaman onları elimden çıkarmayı düşünmedim. İnsanın ilginç bağları var böyle.”

22 Temmuz 1993 tarihli günlükten;...’’Hacıbayram’a kadar yine yürüdük. “Beyefendi, inanır mısınz, her gün buraya uğramazsam huzursuz oluyorum, dedi. “Dinle bağımızı bütün simgeler üzerinden sürdürmemiz gerekir. Eminim ediyorsunuzdur ama yine de ihmal etmeyin. Bu bağı yitirdiğimiz an, sürüye karışır gideriz. Aman ha beyefendi, aman ha, dikkat edelim lütfen” Bu simgeler bize, her zaman kul olduğumuzu hatırlatır. İnsan kulluğunu unuttuğunda, acziyetini, günahlarını, ölümü, hepsini birden unutur. Onun için bize sürekli bunları hatırlatacak mekânlardan uzaklaşmamamız gerekir.” Türbenin karşısındaydık. Ben beş dakikada duamı yapıp çekildim ama o, yarım saat bir mum gibi eridi. İtfaiye Meydanı’na kadar yürüdük ve orada da Karyağdı Türbesi’ni ziyaret edip otelin önünde ayrıldık.”

Öykücünün Hayattan Devşirdikleri

Öyküde Hüseyin Su okuru olmak, bir yönüyle de gelenek ile hayat arasındaki kapıyı aralamaktır. Günlükleri okumak ise hayatı bir öykücü dikkatiyle okuyan Hüseyin Su’nun gönlünün kapılarını aralıyor bize. Bir iç dökümü ayininin tutanakları gibi günlükler. Edebiyat dergisi etrafında oluşturulan insani değerler ve sanat ilkelerine çokça sadık kalışın zaman zaman sorgulanışının içe dönük hikâyesi okuduklarımız. Hüseyin Su’nun, Nuri Pakdil’in içinde yaşadığı dramı dışta duyma çabası tam bir kadirşinaslık. Hüseyin Su’nun onunla konuşmalarında okuyup yazmak ile hayat arasında kalmanın ağrısı ve ağırlığı okunuyor.

Hüseyin Su; bu günlüklerde, kendisini her şeyden sorumlu gören bir aydın yükümlülüğüyle olduğu kadar inanan insan ahlakı ve bakışıyla da görülüyor. Bu yük ve erdem; kitabı, bir günlüğün sınırlarından çıkarıp edebiyatımızın önemli kalemlerinden birinin hayata, sanata, öyküye bakışının atlası haline getiriyor. Böylelikle Takvim Yırtıkları, Hüseyin Su’nun Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisine dair duygu ve fikrî dökümlerinin belgesi olma niteliğini de kazanıyor.

Sonrasında ise Nuri Pakdil ile yaşanan kimi anların öykü dilinin imkanları içerisinde birer kısa öyküye dönüştüğünü görüyoruz. Günlüklerden bir kez daha anlıyoruz ki öykü, hayattan daha fazlasını umanların türüdür.

30 Aralık 1984 tarihli günlükten;...’’Kalbin mutluluğa ulaşması, mutmain olması kuşkusuz çok hoş bir duygu. Hele bunu bir de ışık seli halinde çevreye yaymak... Bunu ne denli başarabildim? İstiğnanın, hayatın dokusuna işlemesi kadar zenginlik olamaz. İnsanın inceliğinden bir şey kaybetmeden, yolundan geri kalmadan yaşama gücüne sahip olması, hatta yalnızca “yaşayabilmesi” ne hoş bir şey... Evcilleşmeyen ama dirimsel bir neşeye sahip olmak bir hayatın en çok ihtiyaç duyduğu şey değil mi? Barbarlık kadar yapıcı bir dirim bulabilmek bazen imkansızdır. İster acı, isterse umut olsun hiçbir zaman evcilleşmemeli. Bu durumda kaybetmek kaçınılmazdır.”

2 Haziran 1987 tarihli günlükten;...’’Geçip giden zamanın hiç kimse farkında değil. Ne denli anlaşılmaz bir durum bu. Bazen çevremdeki genel hale kapıldığımı ürpertiyle görüyorum. Hemen kendimi kınıyorum ama yine de zaman kullanma konusunda terbiye edemiyorum aylak ve kolayca çekiştirilebilir yanımı. Zaman deyip geçtiğimiz, aslında hayatın ta kendisi; bütünüyle hayat! Hayatımıza karşı neden bu kadar acımasız ve değerbilmez varlıklarız biz?”

13 Ağustos 1988 tarihli günlükten;...’’ Hayatı yaşadığının farkında olan insan, kendi içini yokladığında sanatın diliyle o denli yüz yüze geliyor ki, o dil olmadan girdiği bütün ilişkiler tarafından sürekli ısırıldığını daha iyi fark edebiliyor. Buna katlanmaksa çok zor. Böyle zamanlarda beni boğan yalnızlık sisini ancak Kuran ve hadis okurken, bir de bu dile ve duyarlığa, vahiy diline ve duyarlığına yakın duran yazarların ve sanatçıların sesleri ve düşünceleri ile dağıtabiliyorum. Dünya sinemasında, filmlerini izlerken bu dili çok yakından hissedebildiğim yönetmen Andrey Tarkovski’dir. Sanat diliyle din dili, aynı kaynaktan besleniyor kesinlikle. Gerçek bir sanatçının inanmaması mümkün değil! Ancak farkında olmayabilir inanç zemininde sanat yaptığının.”

Bir Gelenek Oluşur mu?

 Bir düşünce, sanat geleneği oluşacaksa, yapılacak ilk iş Nuri Pakdil gibi bir sanatçının, entelektüelin, düşünce adamının fikir ve sanat dünyasının bütün tezahürlerinin ortaya çıkarılmasıyla olacaktır. Bir sanatçının, edebiyatçının, fikir adamının düşüncelerinin derinlemesine yorumlamasında en etkili türler biyografiler, söyleşiler, günlük ve anılardır. Özellikle Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi izleğinde bir düşünce, sanat geleneği oluşacaksa, kaynak metinlerden birisi bu günlükler olacaktır.

Okur; Entelektüel Öfke Nuri Pakdil’in yayınlanmasını beklerken, Hüseyin Su, Takvim Yırtıkları’yla okuyucuyu selamladı. Öncesinde ise Hece dergisinin Nuri Pakdil özel sayısının yanı sıra Kahramanmaraş, Ankara, İstanbul, Paris ve Londra’da yapılan sempozyum bildirilerini Nuri Pakdil okurlarının beğenisine sunarak önemli bir ödevi yerine getirmişti.

Nuri Pakdil’in "Her yere serptiğim tohumlar: Mektuplarım" dediği ve yine üç ciltte bir araya getirilen Mektuplar’ın toparlanarak yayınlanmasındaki emeği ile Edebiyat eyleminin anlaşılmasındaki çabası birlikte düşünüldüğünde, Hüseyin Su’nun ülkemizin fikir ve düşünce hayatına önemli bir katkıda bulunduğu görülür.