Telefonun ısrarına, ertelemelere rağmen dayanmak mümkün değildi. Bir daha çalmaz da uyuyakalırım korkusuyla kalktım. Bir tuhaflık var, telefona, saatime baktım doğruydu.
Sabahın ilk ışıkları aydınlatmıyordu. Her zaman eve gelmeden altında oturduğum ağaç yerinde yoktu. Burada daha önce bir park olup olmadığından şüphe ettim. Ağaçların hiçbiri yerinde görünmüyordu. Kaldırımlardan ibaretti her şey belli belirsiz ışıklar ve sesler kalabalığında ilerliyordum. Araçlar, yol yoktu yerinde. Sahilde kediler bakışlarıyla yarıyor sisi, görünmeyen gemiler ilerliyor, buharlaşırken deniz. Karşıda görünen karaltı, bir bulut mu yoksa bir ada mı ayırt etmek imkânsız. Balık yüklü bir ada yaklaşıyor kedilerin beklediği. Balıkçılar ağlarıyla çekiyor sisi denizden, yeniden maviye bürünsün diye rengi. Devasa gökdelen, yanında mantar tarlası gibi görünen binalarla birlikte ortada yoktu. Birkaç köyü içine alabilecek büyüklükte ki cam bina eriyerek kaybolmuş, ardında bıraktığı sis denizine yaklaştıkça belirginleşen kapı, ışık ve ses kalabalığı içindeydi. Kapıdan içeriye adımımı attığımda; sessizlik. Gözlerime beyaz bir perde inmiş merdivenler, koridorlar, duvarlar yok olmuştu. Yerini bildiğim merdivenlere doğru yürüdüm. Koşuşturan ayak sesleri bana doğru yaklaşıyordu. Yok canım saçmalıyorum, kimsenin bana doğru geldiği yok. Seslere doğru giden benim. Her adımımda netleşen, anlamsızlaşan sesler. Birkaç kelime sıyrılıp yükseliyor seslerin arasından.
Duymak yetmiyordu. Bu kelimeler bana hiçbir şey ifade etmiyor, anlayamıyordum. El yordamıyla sesin sahibini buldum. Elime tutuşturduğu poşeti aldım. Bir, iki, üç, dört, simit, bir lirayı ödeyip, merdivenden akın akın ilerleyen insan seline karıştım. Kendimi renksiz ve silik hissettim içlerinden sıyrılıp onları dışarıdan seyredebilseydim, özgür ve mutlu hissedecektim. Azgın bir nehrin sürüklediği çakıl taşlarından biriydim sadece. Bir çift soğuk el tutuyor gözlerimi, ben istemeden. “Kimim ben” diyordu. Ben onun kim olduğuyla değil ellerinin soğukluğuyla ilgileniyorum sadece. Arkama dönüyorum, tanıdığım bir yüz yok. Yüzlerce hatta binlerce çift soğuk elin sahibi var. Yanımdan geçen elime, koluma çarpan, gülen, konuşan müsaade isteyen bu insanlar beni görmüyordu. Eğilerek yüzlerine baktığımı fark etmediler bile. Kimi kulaklıkla müzik dinliyor, kimi telefonla konuşuyor. Naif bir sesle söylenen bu sözler, güvensizlik ve korkunun sebebini anlatıyordu:
-Yakalanmadığın sürece hırsızlık yapmak serbesttir. Görünmediğin sürece cinayet işlemek serbesttir.
Herkes sis bulutunun henüz ulaşamadığı alt katlara doğru ilerliyor. Bütün şehri yutan sis bulutu binanın içine sinmiş insanları siliyordu. Yerin altında otoparklara, mahzenlere sığınan insanlar, bu kaçışla sokaklardan siliniyordu.
Yerin sekiz kat altında geniş aydınlık bir koridor, bakışlarım kaybolurken, kendimi arkamdaki duvarla bütünleşmiş buluyorum. Yayılıyorum bütün koridor boyunca her şeyi görebiliyorum. Koridorun ucunda bir çığlık, bir gürültü yükseliyor duvarlara çarparak artıyor. Sesleri yansıtarak çoğaltıyorum. Bir anda varıyorum sesin göbeğine.
Işıklar ansızın sönüyor, penceresiz koridor zifiri karanlık. Sesleri görebiliyorum. Evet evet, görüyorum ve bulmak isterken ben de obir ses cümbüşüne dönüşüyorum hiç var olmamış gibi kayboluyorum dağılan sisin içinde. Derinlerde köşelerde yer edinmiş sessizliği sis gibi örtüyorum. Şimdi bütün kelimeleri beyazlığa boğan bir sesle doluyorum. İnsanların kulaklarında çınlamak... Şehri yutup beni memleketime götüren bir sis bu, denizin dalgalarına doğru savuruyor sanki beni.
Bir silah sesinin tanımı yapılabilir mi, tarifi nasıldır? Bir kadının çığlığını kelimeler anlatabilir mi? Örtebilir mi? Gördüklerimizin bir önemi yok mu? Seslerle bulabilir miyiz yolumuzu. Derin bir soluktur özlem, söylenecek bütün kelimeler kalabalıkta kulak yoran fısıltılardan ibaret.
Dışarıda rüzgâr alay ederken gölgelerle, güneş kış uykusuna yatmayı kabullendi. Hissettiğim bu ürperten uğultu, sis gibi ansızın yayılıyor, koridorları, merdivenleri ve şehrin geri kalanını kaplıyordu. Çığlıklarla yükseldi bedenimden gözlerimin yansıması, koyaklar boyunca ilerleyebilirdi fakat buradaki doğal süreç geçitler, köprüler ve tünellerden ibaretti. Dağ başında dereler kulaklarında çağlar yalnız olanın. Nehirler çekirgeler çığlık çığlığadır, yankı yankı çoğalır zihninde. Titreyen mumun alevinde gölge gibi çoğalan sesler, ne kadar çoksa o kadar az. Renkleri bilmek beyazın her tonunu anlatmaya yetmeyecek bir dağ zirvesi kalıyor geriye çocukluğumdan tanıdığım, beyaz bembeyaz.