Selamlaşmak açık bir iletişim aracı olarak günümüze değin, insanlığın var olduğu tarihten buyana evrimler geçirerek gelmiştir.
Selam kelimesi sözlükte: Emniyet, huzur, selamet, esenlik, sağlık anlamlarını da karşılamaktadır. Selamın, insanların birbirlerini anlamalarında, birbirleriyle kaynaşmalarında birinci derecede katkısı vardır. Selam kırgınlıkların ilacıdır. Selam veren bir kimse karşısındakine iyi niyet ve güven telkin eder. Selâmlaşan iki insan arasında; sevgi, saygı, kaynaşma canlanır ve büyür. Selamın aynı zamanda ihtiyaç olduğunun farkına geçenlerde bindiğim dolmuşta yazan yazıyla vardım. Dolmuşun şoför mahallinin üstünde büyük puntolarla “Kelamdan önce selam gelir” yazısı yer alıyordu. Düşündüm de gerçekten kelam, yani söylenen sözden önce selam gelmeli. Bir selâm, bir güler yüz, iletişimin altın anahtarı olur. Selâm, konuşmanın önünü açar: önce selâm verilir sonra kelâm’a geçilir. Hâl hatır sorulur, iltifat edilir, sohbetler yapılır. İnsanlar birbirini daha yakından tanır, ortak zevkler, duygular, fikirler ortaya çıkar. Sıcak dostluklar kurulur. Konuşarak anlaşılır. Ortak noktalarda buluşulur. Ya da farklı fikirlere, zevklere tahammül etmeye alışılır. Hoşgörü yaygınlaşır. Konuşa konuşa iletişimin sıcak yüzü, yüreğimizi ısıtır. Dostluk, kardeşlik, birlik ve beraberlik duyguları toplumu kuşatır. Dünyevî hiçbir kaygı gütmeden, belki hiç de tanımadığımız bir insana, “Allah’ın selâmı üzerinize olsun!” demek, ne güzel bir dilek, ne güzel bir duadır! Aynı apartmanda yaşayan, aynı kurumda görev yapan kimi insanların birbirlerine selâm vermeden, iyi günler, iyi akşamlar, iyi görevler dilemeden, merhaba demeden yaşadığı ne yazık ki bir gerçek. Apartmanı paylaşan, birkaç dakika da olsa bir asansörde birbiriyle selâmlaşmayan asık suratlar, insanlara tebessüm etmenin, güler yüzlü davranmanın bir ibadet olduğunu bilmiyorlar mı? Selâm vermek, “selâmünaleyküm” demek güler yüzün, iyi niyetin kelimelerle bir ifadesidir aynı zamanda. Selâmdan uzak böylesi insanlardan oluşan bir toplum, sağlıklı bir iletişim kuramayacağı gibi, birlikte yaşamanın mutluluğunu da varamaz.
Maalesef son zamanlarda selam alıp vermek ve selamı yaymak adına pek fazla bir çabamız yok sanki. Şöyle biraz geçmişimizi hatırlayalım. Daha önceleri kalabalık bir aile ve komşuluk ilişkilerine sahipken, insanlar birbirleriyle her daim iyi ilişkiler kurarken birbirlerine güvenip rahatça gidip gelir ve bundan ayrı bir tat alırlardı. Şimdi bunun yerini insanlığa yayılan rekabetçi hayat tanımlaması almaya başladı. Bu rekabetçiliğin yanı sıra bağımsız yaşama, televizyon, internet gibi sosyalleşmeyi bitiren güya iletişim araç ve gereçlerine esir olduk. Hatta sosyalleşmeyi de internet üzerinden yürütmeye başladık selamlaşmamamız sanal selamlaşmadan öteye gidemez oldu maalesef. Selamlaşma kavramını bu çıkmazlara sokan başlıca sebepler arasında: özgüven eksikliği, özsaygının ve bireye saygının yitirilişi, bizi çepeçevre saran merkeziyetçi bencil ve bireyci düşünce yapısı yer almaktadır. Aslında bu saydığımız sebeplerin çağın bize sunduğu dışı cici içi boş olan kof güzelliklerden ibaretler(!). Bireylerin kurduğu en güzel ilişkiler sıcacık göz temasları, mimik ve jestlerimiz, dostun omzuna konulmuş bir el ve samimi tebessümleri içemez mi? Bunlarsın bir iletişim ne denli samimi ve iç ısıtıcı olabilir? Selamımı süsleyen bir güler yüzden yoksunsam nasıl kelama geçebilirim? Bunları düşünebiliyorsak selamın ne denli güzel olduğunu idrak edebiliriz.
Selam mevzusunda usta şairimiz Arif Nihat Asya’nın şu dizeleri hislerime tercüman olur nitelikte. ”Bize bir nazar oldu/Cumamız Pazar oldu/bize ne olduysa/hep azar azar oldu.” Yüzyıllardır aynı coğrafya üzerinde yaşayan, kültürünü, dilini, dinini ve diğer meziyetlerini güçlü bir zemin üzerine inşa eden bu millet, kimin nazına geldi de selamı, insanlığı, kültürünü ve diğer manidar değerleri yitirme noktasına geldi? Yüzyıllar önce kendi dükkânına gelen müşteriye “-Ben bugünkü siftahımı yaptım elhamdülillah, lakin karşıdaki esnaf kardeşim henüz siftah yapmış değil, alışverişini oradan yap” diyebilme erdemini gösteren bu millete ne oldu? Diyar-ı küfrün cazibeli çehresine nazar ederken aslında kendimizi ve benliğimizi bataklığa sürükledik. Bu bataklık her geçen gün bu aziz milleti içine çekmekte. Bu aziz milleti bu bataklıktan kurtaracak olan sensin, benim, biziz, sizsiniz, hepimiziz…
Velhasıl, selamı yayma adına çaba sarf etmeliyiz. Olanca gücümüzle selama ve diğer manevi değerlerimize özen göstermeliyiz. Unutmayalım ki selam aynı zamanda bir duadır.
Yunus Emre’nin diliyle:
“Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun.
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun.”
Duaların en büyüğü selam ile...