Menu
İLHAN BERK'İN ÇİĞNENMİŞ GÜL'Ü
Deneme/İnceleme/Eleştiri • İLHAN BERK'İN ÇİĞNENMİŞ GÜL'Ü

İLHAN BERK'İN ÇİĞNENMİŞ GÜL'Ü

Çiğnenmiş Gül, İlhan Berk’in ölümünden sonra defterleri arasında derlenip toplanarak yayımlanan son kitabı. Bu bilgi, Metin Celal’in kitabı hazırlayan Gonca Özmen’le iletişim kurarak verdiği bilgilerden. Dolayısıyla kitap, öteki İkinci Yeni şairlerinin son yıllarda derlenip yayımlanan şiirleri gibi “kitaplarına girmemiş şiirler” mi yoksa İlhan Berk’in son yazdığı şiirleri mi olduğu sorusuna cevap verecek herhangi bir açıklama içermediği için kitabın yayım sürecini ancak bu şekilde ikinci bir kaynaktan öğrenebiliyoruz. Kitaptaki şiirler İlhan Berk’in kitaplarına girmemiş şiirleri mi yoksa son yazdığı ama yayımlamaya ömrünün vefa etmediği şiirleri mi sorusu, kitabın nereye yerleştirileceği konusunda önemli bir soru.  Zira birinci durumda, yani İlhan Berk’in daha önce yazdığı veya yayımladığı halde kitaplarına almadığı şiirler olması halinde, elimizdeki kitabı bütünlüklü bir yapı olarak İlhan Berk anıtının üstüne koymak ihtimali olmayacaktır. Oysa ikinci ihtimal –ki benim de üzerinde duracağım geçerli bilgi budur– İlhan Berk şiirinin bu kitaba kadar bitmemiş olduğunu ve dolayısıyla önceki bütün değerlendirmeleri son söz olarak kabul etmemeyi gerektirir.

Öyleyse söze ilk cümleye dönerek devam edelim. Çiğnenmiş Gül, İlhan Berk’in son kitabı. Bir bakıma şiirinin gelip durduğu yer. Bu kitap, arkasında kocaman bir şiir birikimi taşıyor, sırtını dağ gibi bir şiire yaslamış. Kastım gelenek veya Türk şiir tarihi filan değil, doğrudan İlhan Berk’in yetmiş beş yıllık şairliğidir. Bu kitabın nereden geldiğini ve gelip nerede durduğunu anlamak biraz da arkasındaki birikime bakmakla mümkün.  Orhan Koçak, Turgut Uyar’ın kendini yeniden yaratma deneyimini incelediği kitabında İlhan Berk için şöyle bir cümle kuruyor: “İlhan Berk’in ilk kitabı İstanbul (1947) ile başyapıtı Atlas (1976) bir aile fotoğrafında farklı kuşaklardan bireyler gibi dururlar.” Orhan Koçak’ın saptamasında dikkate değer nokta, İlhan Berk’in toplu şiirlerine aldığı ilk kitabından on ikinci kitabına kadarki 29 yıllık süreçte bitmeyen arayışı ve değişimin vurgulanmasıdır. Hep kendi şiirinin babası ve oğlu olmuş tek kişilik bir şair ailesi İlhan Berk. Oysa o kitaptan Çiğnenmiş Gül’ün yayımlandığı tarihe kadarki 35 yıllık süreçte kendini sürekli yenileyen bu şairin dönüşümü hiç de bitmiş değildir. Bu durumu yalnız Orhan Koçak değil, örneğin Memet Fuat da “sanki şiirin kırk türlü yazılacağını göstermek için gelmiştir” diyerek açıkça belirtmiştir. Sonra Mehmet H. Doğan ondaki bu bir ipte durmayan cambaz tavrını “değişimi şiirinin anayasası yapmış” diyerek yeniden dile getirmiştir. Demek ki İlhan Berk’in en önemli özelliği diğer İkinci Yeni şairleriyle beraber ve hatta onlardan fazla kendini sürekli değiştirebilmesi ve her seferinde yeniden yaratabilmesidir. Kendisi de hakkında yapılan bu saptamalara İnferno (1994) kitabında değinecek ve onaylayacaktır. Sonra da “ben bir anlatım doymazıyım” diyerek kendini en iyi yine kendisi tarif edecektir.

Çiğnenmiş Gül, İlhan Berk’in “uç beyi” sıfatıyla şiirin bütün kıyılarını yoklamış, bütün sınır boylarında dolaşmış ve uzun bir şiir koşusunun sonunda gelip durduğu gölgeliktir. Öylesine bir dinginliğe erişmiştir. Kitap, “Dedim Ota”, “Keçi Yolu”, “Yol Boyu”, “Ketumdur Taş” ve “New York” başlıklarını taşıyan beş bölümden ve toplam on dokuz şiirden oluşuyor. Hepsi de Japon haikularını anımsatan doğanın anlık değişmelerini derin hisler ve gözlemlerle aktaran şiirler. Her şeyi ilk defa görmüş gibi bir şaşkınlık duygusu içinde ve öylesine çarpıcı. Yer yer İslam kültürüyle ilişki kurarken, örneğin Gazali’den veya Hz. Muhammed’den bahsederken bile, bu tamamen yabancı veya primitif kimlik göze çarpıyor. Berk’in şiiri onca yıllık sorgulamalarına rağmen bu kitapta dinginliğe erişmiştir belki ama özne hâlâ bir anlama ulaşmış değildir. Açık ki İlhan Berk şiirle birtakım süslü, güzel cümleler dizmek derdinde değil. Onun şiirde uğraştığı çok ciddî varlık meseleleri var. Bu meseleler bu kitaba özgü değil elbet, başından beri onun anlamlandırmaya çalıştığı varoluş meseleleri. Ölümünden iki yıl önce şiirle ilgili bir konuşmasını dinlerken de aynı fikre varmış ve onun dilin belağatına ilişkin tarafıyla şair olmadığını anlamıştım. Sık sık tekrarladığı “şiir bir cehennemdir” sözüyle de bunu anlatmak istiyordu.

İlhan Berk, bu kitabın durduğu yere nasıl geldi? Elbette nedensizce ve birdenbire değil. Bunu yukarıda da belirttiğim gibi geriye dönerek anlamak mümkün. Örneğin Orhan Koçak’ın “başyapıtı” dediği Atlas’ta “Taşın konuştuğu duyulmuş mudur?” diye bir soru sorar ve bu soru tam otuz beş yıl sonra “Taş ketumdur” diye cevabını bulur. Bu cevap, yıllarca taşları, otları, ağaçları dinlemiş bir şairin ulaştığı sonuçtur. Gerçekten İlhan Berk şiiri başından beri çok sık doğaya odaklanır ve ona klasik belağatın teşhis dediği sanatla anlaşılamayacak kadar derin bir biçimde nüfuz eder. Kül’deki (1978) “Doğanın Gizli Tarihi” başlıklı şiirinde kullandığı ifadeyle “doğanın çalışışı”na öteki şairlerden farklı ve fazla olarak nasıl odaklandığını gösterir. Bu kitaptaki dinî figürlere duyulan ilginin de örneğin ta Güzel Irmak’tan (1988) beri süregeldiğini söylemek mümkün. Ama herhalde Çiğnenmiş Gül’ün en belirgin işaretleri, dahası ilgi ve içeriği itibariyle öncüsü Avluya Düşen Gölge (1996) olmalıdır. Nitekim o kitabın başında okurla yapılmış bir kontrat gibi şu dizeler dikkat çeker: “Dilin doğasında sözün sıfıra indiği bir dil vardır. / Dili o sınırda tutmak, / Ordan yazmak…” İşte elimizdeki bu kitap, tam da sözün sıfıra indiği o dilden, o sınırdan, taşın ketum olduğunun anlaşıldığı o nerdeyse sözsüz dilden doğmuş bir kitaptır. Öyle ki bu az sözcükle kurulmuş şiirler yer yer birer aforizmaya dönüşür. Örneğin “Gideriz hep bilmeden / Yazmak ki geriye dönmektir” dizeleri, yazmak eyleminin doğasını çok çarpıcı biçimde yakalamıştır. Gerçekten de insan, geleceği yazmak için bile olsa geriye döner. Çünkü insan, yine bu kitaptaki dizelerle söylemek gerekirse, ancak bütün gördüklerinin parçasıdır.

Bir de vurgulanması gereken bir diğer nokta, bu şiirlerin çoğunlukla ses merkezli imgelerle kurulduğudur. Nerdeyse görme engelli bir şairin şiirleri hissini veren bu şiirler, evrendeki bütün varlıkları birer ses olarak algılar. Nitekim şu dize bunu açıkça belirtiyor: “Bir daha anladım sesti her şey”

İlhan Berk, büyük bir şiirin son taşını o şiire yakışırca koymuş. Doksan yıllık bir ömürde sözcüklerle, seslerle ve görüntülerle girdiği müthiş çarpışmanın sonunda yokluğun elinden onlarca kitap kurtarmayı başarmış bir şair olarak duyduğu son sesleri de bize bildirmiş ve denize “hâmûş” olarak dökülmüştür. Çiğnenmiş Gül, şairin “hâmûş” olmadan önce söylediği son sözler. Bu yüzden onu dinlerken dışımızdaki ve içimizdeki bütün sesleri kısmak ve bu duru dilin tadına varmak gerekiyor.