Menu
HAYALLERİMLE BERABER BÜYÜDÜĞÜM YILLAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • HAYALLERİMLE BERABER BÜYÜDÜĞÜM YILLAR

HAYALLERİMLE BERABER BÜYÜDÜĞÜM YILLAR

Büyümek istediğim yıllar, çocukluğumun en delice zamanlarında sokakların altını üstüne getirdiğim ve hayatımın hiçbir döneminde aynı tadı bir daha alamayacağım sokaklarda misket oynamaktan iliklerime kadar terlediğim ve pantolonumu diz kapaklarımdan eskittiğim haşin çocuk hitabıyla haykırıldığım yıllardı. O yıllarda her şey güzeldi. Yemekler hariç. Zorla yemezdim şüphesiz. Acıktığım için isteyerek yerdim ama sevmediğim yemekler olduğunda tabaktaki yemeği kaşığımla ileri doğru iterek yemeği azaltır ve yemiş gibi yapardım. Yemeğe ayırdığım zaman benim için kayıp zamandı. Oyundan çalınmış zaman diğer bir ifadeyle.

Büyüdüm. Büyüdükçe zihnimde yarınlara dair kaygılarım arttı. Onlar da büyüyordu ben farkında olayım ya da olmayayım. Hayatımın rengi uçmuş, soluk bir manzarada gelişen yankısı ile yaşam çığlıklarım arasında kalmış bir yabaniydim.  Özlemlerim büyüyordu benle beraber. Sokakta eskisi gibi oynayamamak hayatımda kayan yıldızlarım, tükenen umutlarım oluyordu. Gözlerimde batan yarına dair söylemlerim sessizlikte kayboluyordu. Sessizlik büyüyordu içimde.

O yıllarda her çocuk gibi ben de içimde büyüyordum. Büyüdüğümü kimse fark etmiyordu ama isteklerim büyüdükçe ben de büyüdüğümü düşünüyordum. Anneme de babama da sorsanız; evin küçük çocuğuydum. Gerçi annem ben büyümeden elveda diyecekti günün birinde ötelere merhaba diyerek. Zaman; sabah ve akşamın karsambacında sadece bir serinletici olarak damaklarda tat bırakacak, akşamın kızıllığında büründüğü renge denk bir iz bırakarak belleklerde aşılmaz bir mefhum gibi alnımızın sathında kökten uca uzanan anıt misali ruhlara, duygulara seslenişin adı olacaktı.

Korkunç inkırazlar, sarsıcı hayat hikâyeleri karşısında soğukkanlılığınızı korumaya hazırsanız, mateme eş yaşantıların zifiri karanlığı tercih ettirecek boyutta acıtıcı dramını sindirebilirsiniz. Kelimelerin, ifade sarhoşluğu karşısında küçülen varlığı, hayat damarlarında akan zehir misali duyguların ya da duygusuzlukların çeşmesi olmuş renkli dünyanın arenalarında koşturan insanların vurdumduymaz tavırlarıyla içselleşiyor. Büyümenin ya da büyümüş olmanın çok anlamı olmuyor.

Sokaklarda duvar dibine sinmiş de yarınları toprak taneciklerini eşeleyen küçücük bir çöpün ucunda arayan ben, çocukluğumun hayal dünyasında geleceğimi yere çizdiğim resimlere hapsetmiş biri olarak umutlarımı zaman zembereğinin dönüş hızına bıraktım da büyüdüm. Küçük bir saatin zaman algısı saat büyüdükçe değişmiyordu. En küçük bir saat bile aynı ana odaklanmışsa insanın küçüğü de büyüğü de kıymetli olmalıydı. Bunu anladığımda büyümek bana pek de mantıklı gelmedi. Sadece sorunlarım büyüyecekti. Ama bu elimde değildi. Her şey gibi, herkes gibi istesem de istemesem de büyüyecek, yetişkin olacak, hayatın tam ortasında toplumun kalbinde karanlığın aydınlığa savaşında aydınlığı temsil ederek belki de karanlığın gücünü arttıracaktım farkında bile olmadan.

Minareyi saklamak zor. Koca gövdesiyle dağların işgal ettiği mekânı küçük göremeyiz. Uzaklaştıkça küçülür gözümüzde. Yakınsak büyüktür bizim için. Göğün genişliğinde yeryüzü dar gelse de yeryüzü yaşayanlarına şu arzın sathını sorsanız erişilmez denecek. Bulunduğumuz yere göre konum biçtiğimiz nesnelerin zihnimizde işgal ettiği yer ona verdiğim önemle de ilişkilidir. Değer vermediklerinizi görmezsiniz bile. Fark etmez, geçersiniz.

Büyümek istediğim yıllar evin en küçüğüydüm. Beni büyük biri olarak görecekleri kadar yakınlaşamadık. Annemin ev işleri ve ziyaretleri, babamın işleri vardı. Ben ise evin küçüğüydüm. Beni fark etselerdi büyüyecek ve büyümek için hayallerimi kovalamayacaktım. Aramızda korkunç mesafeler vardı. O mesafeden hep küçük göründüm.

Küçük gördüğümüz çocuklarımıza uzak olduğumuz için bize küçük gelmiş olabilirler. Onları tanıdıkça ve keşfettikçe ne denli büyük olduklarını anlar, hayretlere düşeriz. Uzaklaştıkça küçülüp kaybolurlar neredeyse. Evet… Yakınlaştıkça büyür gözümüze değer verdiklerimiz. Değer verdiğimizi söylesek dahi değer vermek demek; yedirip içirmek değildir hiçbir zaman. Değer vermek; onların yaşadıklarını yaşamak, onlarla coşmaktır. Onlarla gülmek ve onlarla ağlamak… Büyümek istediğim yıllar, büyüklerime yakınlaşamadığım yıllardı. Hep evin küçüğü görüldüğüm yıllar…