Menu
“GÖZLERDEKİ MUTLULUK”TA GÖRÜLMEYEN IŞILTILAR
Deneme/İnceleme/Eleştiri • “GÖZLERDEKİ MUTLULUK”TA GÖRÜLMEYEN IŞILTILAR

“GÖZLERDEKİ MUTLULUK”TA GÖRÜLMEYEN IŞILTILAR

Duran Çetin’in hikâye kitaplarından bir tanesidir “Gözlerdeki Mutluluk”. Bu kitabı okuduktan sonra, sayfa sonlarındaki boş yerlere, satır aralarına epey bir not düştüğümü fark ettim. O notların ortak yönü, görmek isteyip de bulamadığımız şeyler olmasıdır.
Arayıp da bulamadıklarımızı söylemeden önce, aramayıp da bulduğumuz bir güzel yönü söylemek istiyorum. O da şu: Samimiyet. Yahu samimiyet aranmaz mı, demeyin. Bir arkadaştan değil, bir kitaptan bahsediyoruz. O anlamda. (“Kitap da bir arkadaştır” gibisinden banal cümlelerle karşı gelmeyeceğinizi ümit ediyorum.)
Bulamadıklarımızda sıra.
Klasik, bildik bir “dil”i var yazarın. Buna “tercihidir” diyebilirsiniz. Fakat konular da klasik olunca, ortada bir orijinallikten bahsedemiyoruz. Oysa okuyucu için bu önemlidir. Yazarı kaşından gözünden değil, cümlelerinden tanımaktır asıl hüner. Elbet okuyucuya bu ortamı sunmak da, yazarın boynunun borcudur. Bu noktada, Çetin’in borcunu hakkıyla ödeyebildiğini söylemek, güçtür.
Sanat ürünlerini akademik kitaplardan ayıran en belirgin fark, dili olmalıdır. Bir hikâyede, romanda hatta şiirde, “bir şey öğretmek” amaçlanabilir. Ama verilmek istenen, bu edebi türlere uygun bir elbiseyle verilmelidir. Fakat Çetin’in öykülerinde bu fark, aradan kaldırılmış görünmektedir. Bazı cümleler, bir öykü cümlesi olmaktan öte durmaktadır. Bir örnek:”Güneş ışınlarının dünyaya dik olarak geldiği bu saatte, yol boyunca ilerledim.” (s.75). Bu cümleye iki yönlü eleştirimiz var: 1- Yukarıda bahsettiğimiz nedenden ötürü, bu cümle bir öykü cümlesi olmamalı. Anlatılmak istenen, coğrafya biliminin süzgecinden geçtikten sonra, edebiyatın ellerinde şekil almalı. Bu cümle, edebiyatın ellerine teslim edilmemiş. Salt coğrafi bilgi olarak karşımızda. 2- Esasen cümle, coğrafyanın da süzgecinden geçirilmemiş. Sadece öyle görünmekte. Öykü olayının geçtiği yer, Ekvator ya da dönenceler değil ki, güneş ışınları dik açıyla gelsin.
Çetin’in hikâyelerindeki “gelişme-sonuç” zayıflığı, dikkatlerden kaçmamaktadır. Çocuklara yönelik olduğundan mıdır, “sonuç”ların “iyiye, güzele, doğruya...” yaslanma kaygısı yüksektir. Hikâyenin bina edildiği konu, “sonuç” bölümüne, bu kaygının yüksekliğinden ötürü, hakkıyla damıtılamamaktadır. Hal böyle olunca da ortaya bir kopukluk çıkmaktadır.
Bu kaygıyı fazla aleni tutmak, çocuklar için bile olsa, edebi estetiği bozmaktadır. Oysa bu sınırı kollamak, literatürde bir yerinin olması anlamındadır. Çok satmak, çok okunmak değildir buradaki kıstas. Öyle olsaydı son 20- 25 yılın çok satan listelerinden hiç düşmeyen “hidayet” romanlarımız, edebiyatta söz sahibi gerçek mercilerce dikkate alınırdı.
Duran Çetin’in bu samimi hikâyeleri, modern öykücülükten, bile isteye uzak durmakta. Sebebi ne olursa olsun, bu durum atlı ile yaya arasındaki fark gibidir. Muhakkak yaya da bir miktar yol gitmektedir. Fakat atlı, atını iyi beslediği ve yolunu şaşırmadığı sürece, yayadan kat be kat fazla mesafe alacaktır.
Mânada hep “iyi”nin tarafında olan Duran Çetin’in, maddede de tümüyle iyi hikayeler yazabilmesi, yukarıda saydığımız/sayamadığımız kimi engelleri aşmasına bağlıdır.