Kadın şairlerin şiirlerini okurken çoğu kez tedbirli davranırım ve bazılarını es geçerim “Kadın şairler aşktan bahsettikleri zaman” ben onları okumam. Çünkü gereksiz bir kadın duyarlılığının şiire hakim olması duygu terazisinin ayarını kaçırır. Fakat bazı kadın şairleri bu statüde değerlendirmek pek de doğru değil. Hayriye Ünal gibi şairler kadın duyarlılıklarını zamanın, modern hayatın süzgecinde eritip şiire bir “şaire” olarak bakmanın ötesindeler. Modern şiirdeki özgürlük, salt duygudan uzaklaşma durumu ve bunları iyi hesaplayan “şair” şiiriyle isminden bahsettirir. Öyle ki Hayriye Ünal son kitabında gerek sesi, gerek duyarlılıklarıyla bir kadın olarak değil, bir şair olarak şiirini inşa etmeye devam ediyor. Bu inşa süreci de gelip bir gerekli açıklamanın kapısında sert, derinden ve bir çok sesin birleşimiyle gür bir şekilde bütün benliğimize duyuruyor, onu hem sarsıyor hem de sarmalıyor. Bu sarsma şiir üst perdesine has bir sarsma. Çünkü rahatsız edici, çünkü yaralı bir kalemin gâh ironik gâh salt hüzün barındıran haykırışı. Bizim şiirden beklediğimiz de bu değil mi?
“…bu bilinç bana buyuruyor ki iç huzuru yok pestil gibi yat orada TV’nin önünde diyorum çok huzurlu bir şeyler seyret…” (Sabuklamalar, sf:62)
“Anlıyorsun ki kırkına varmadan çözülmez bir yetimin dili
Anlıyorsun insanlar ne için yaşar ne için ölürler
Ve neden herkesin dip köşesi kirli” (Dost Kâhin, sf: 58)
Kuşkusuz Hayriye Ünal şiirine şiirin teknik unsurları konusunda da yaklaşmak gerek. Çünkü poetik yazıları ile şiirinin bu yönüne de dikkati çekiyor. Şiirinde kullandığı dil, “yerli” ya da “yersiz” kelime seçimleri, mısra yapısı veya şeklî unsurları; Hayriye Ünal şiirinin neden çoksesli bir şiir olduğunu bize açıklayacak nitelikleri. [bir cümle çıkardım.]
Hayriye Ünal’ın yaşadığı bir coğrafya var. Şiiri bu coğrafyanın sınırlarını çiziyor bize. Bir dairenin içinde mücadele veren bir kahraman gibi sınırlarını korumak için konuşuyor, yürüyor ve haykırıyor şair. Hem çıban hem bıçak Hayriye Ünal. Hem yaraları var, bir şair bir insan olarak; hem de ilacı var, merhemi var. İnsanlar çokluk bir merhem gibi taşıyorlar yanlarında vicdanı. Bazen başkalarında arıyorlar merhemi: sevgililerinin koyunlarında. Ama Ünal merhemi bir kentin içinde arıyor. Kendi coğrafyasının “başkentinde” belki. Sonra dönüyor eski çarşılara ve şiirler düşürüyor heybesine merhem yerine. Genellikle yaraları kapanmıyor ve bizzat kendi bir duruşma salonunda bir çıban gibi görüyor kendini. Bir bakıma bir şairin portresini çiziyor.
“Sevinçle
Çağları
Bozmaya
Gidiyorum
ÇIBAN DA BENİM BIÇAK DA!”
Hayriye Ünal soluklu şiirler yazmaya yatkın bir dil kullanıyor. Tıkır tıkır ilerleyen bir şiiri oluşturma maharetine sahip. Bazen yarım kafiye, bazen aliterasyon ve çoğunlukla konuşma dilinin akıcılığı okuru hızlı bir okuma serüvenine sokuyor. Hayriye Ünal şiir içinde konuşma dilini kullanırken takıntısız bir şekilde bazı kadim kelimeleri kullanıyor. Tabi, şiiri konuşma diline teslim etmemesi poetikasının ve şiirin doğasının temin ettiği bir şey. Meselenin bu noktasında şunu da ekleyelim: iki binli yıllarda meydana gelen konuşma dilinin şiire uygulanmasına bir doksan şairi olarak Hayriye Ünal'ın getirdiği poetik mesafeyi de gözlemleyebiliyoruz. Kadim kelimelerin yanı sıra yabancı kökenli kelimeleri de rahatlıkla kullanabiliyor. Bu onun nasıl düşündüğünü ele veren bir nokta. Batı ve Doğu arasında Hayriye Ünal. Kafası karışık mı sizce? Bence bu kitapla aradığı noktaya daha bir yaklaşmış görünüyor Ünal.
“İhtarlara kulak asmadığım günlerde
Henüz bir gâfilken
Sahibimle barış ve güven içre değilken
Ben onun işaretlerini çözmemişken
O beni salıvermiş denerken
Ben bir hayvanı bağlayıp birini çözüyordum
Bir hikâyem yoktu ama hâkî çizmelerimi
Hınçla vura vura kaldırımlara
İçimin hızla biriken tortusunu bir duvarın önüne yıktım
Sevmekle öğrenilir insan olmak filan dediler bana
O vakit biz gülerdik ben ve arkadaşlarım kaldırımlarda
Çok seçenekli çook uzun bir hayata
Sonsuz olasılıklar deposuna hayvanca dalmakla
Talanla Cengizvârî bir yıkımla
Yakılmış sayfalar kırılmış putlarla kolonlarla
Poz verdik her açıdan çektik tek ve kalabalık fotolarda”
Hayriye Ünal takıntısız bir şiir anlayışıyla şiirini inşa ediyor. Biçim oyunları, sayıklama kabilinden ifadelendirmeler, dildeki kırılmalar şiirin sesine bir katkı sağlamanın yanında şiirin anlatım gücüne de güç katıyor. Bazen bir sayfanın yarısını kullanıyor, sağlam bir sütun çiziyor kendi kenti için. Bazen de dümdüz yazıyor, şekil olarak nesir gibi bir görüntü veriyor ve art arda sıralıyor kelimeleri adete sayıklar gibi, ‘sabuklar’ gibi… İlhan Berk’in sanki her şeye şiirmiş gibi bakması ya da şöyle söyleyelim her şeyi şiir yapması gibi bir algı uyanıyor insanın kafasında. Hayriye Ünal da bundan faydalanarak hınçla, sertlikle, yorulmayacağını her seferinde ima ederek ilerliyor şiirin içinde. Adımlarının sertliğini bulabiliyorsunuz kitapta. Adeta sokakları bıçaklar gibi atıyor adımlarını. Her şiirde farklı algılar uyanıyor okurun kafasında. Bu algılar sayesinde bir önceki şiirlere dönme isteği uyanabiliyor kafanızda. Ya da konuşmanın akıcılığına kaptırıp kendinizi bir an önce o şiirin, kitabın nihayetini görmek istiyorsunuz. Dedim ya bu kitap bir bütün şiir gibi. Hayriye Ünal sanki her şiiri ayrı ayrı kitap için düşünmüş ve bir toplama ulaşmayı amaçlamış. Kitabın son bölümü ise son noktayı koyarak, resmi kurumların (mesela bir mahkeme), hayatın, inançsızlığın geldiği yerde bir şairin konumunu belirliyor, sabitliyor.
“Bu bendim son konuşan, son susan da bendim
Galiba ölmüştüm sırtında ve sırttaki bir ölü
Bu bendim ve kendiliğimden
Terminallerin kirli ve soğuk arasında
Havalimanlarında önüme eğerek yüzümü
Her gün beklemekle bir sonraki günü çekerek kendime
Ölümünü duymazdan geldim” (Surkontr, sf: 142)
“Bu koşudan sağ çıkamayacaksam bile
Bu koşuda yorulmayacağım
Gerekirse doru atlar gibi çatlarım
İmha edilsin bütün mühimmat ben ölmedikçe” (Tek Oğlumun Mezar taşı, sf: 133)
Hayriye Ünal bir şair. İsmi hayr’ın içinden geliyor belki ama o bu coğrafyada teklifsizce yaşayan insanlardan biri. H’nin kendisi… Bunu görmek hiç de zor değil. O hayatın içinde hep bir ironinin olması gerektiğinin farkında. Mecbur bırakılmış insanlar gibi kendi gerçekliğini şiirin tam ortasında hissettiriyor. Şiiri şairce yazıyor, gereksiz “şaire” duyarlıklarının uzağında ama bu zamanda kadın olmanın tüm sıkıntılarını üzerinde hissediyor. Bunlar bazen olumsuz da olsa şiirine sızıyor. Matematiksel bir rahatlıkla da hareket ediyor şair. Tüm bunların içinde bir de sayısal bir zekanın kıvraklığı şiiri bir yerinden tutuyor. Buna en iyi örnek “Yerle Bir” başlıklı şiir diyebilirim. Çünkü yukarıda söylediğimiz her şeyi içinde barındırıyor. Belki de daha fazlasını. Bu şiir, Hayriye Ünal’ın bir şiir özeti diyebiliriz. Gerekli Açıklama’yı okurken özellikle böyle bir şiir aradım. Beklediğimden erken buldum onu da, kitabın hemen başında. Bu şiirde Ünal’ın sınırları, avantajları ve yaklaşımı net olarak görülebilir. Şiirin her bölümü dikkatle okunmayı hak ediyor. Her bölümde farklı bir tat alarak ilerliyorsunuz. Her bölüm farklı imkanların bir göstergesi Ünal şiirinde. Özellikle üçüncü ve dördüncü bölümlere bakmanızı öneririm. Üçüncü bölümdeki hakim ironi dördüncü bölümdeki şekilsel yapı meraklısını şiire çeken cinsten. Daha öncede belirtmiştim sağlam bir sütun diye, işte o sağlam sütun bu şiirin dördüncü bölümünde inşa edilmiş. Özellikle bu şiir ve dolayısıyla bu kitap insanı “Hayriye Ünal şiirinde kent” başlıklı bir yazı yazmaya tahrik ediyor. Çok belirgin bir unsur kent onun şiirinde, devamlı kendi kentleri için ipuçları verip duruyor Hayriye Ünal. Bir çok şiirinde bunu bulmak mümkün. Ankara, İstanbul, Bağdat, Endülüs…
“ANKARA sana dün bir/tepeden baktım a n k a r a/taşlarındany a ş fışkırdı/bataklıkların kurutulup kent/oluşunun tarihini yazıyordu” (Yerle Bir IV, sf:20)
Daha fazlası Hayriye Ünal’da dikkati çeken ironinin bir çok şairin kullandığı gibi küçük haplar olarak değil şiirin kendisinden ayrılmaz bir parça olması, şiir geneline yayılmış olması. Yani ironi yapmak için ironi yapmak basit bir oyundan ötesi değildir. Hayriye Ünal bunun farkında. Tam da bu noktada Hayriye Ünal’ın beni uyardığı alıntı cümleleri aktarmak istiyorum. Çünkü böylesi daha açıklayıcı olacak bu konuda: ““Bütün bu ironilerden bizi hangi tanrılar kurtaracak? Tek çare irili ufaklı ironileri ortada hiçbir şey kalmayacak şekilde yalayıp yutma özelliğine sahip bir ironinin ortaya çıkması olabilir; itiraf etmem gerekir ki benim ironimde belirgin olarak böyle bir eğilim olduğunu hissediyorum. Ama bu bile ancak kısa bir süre işe yarayacaktır. Korkarım kısa bir süre sonra yeni bir küçük ironi nesli ortaya çıkacaktır: Yıldızlar bunu söylüyor. Ortalığın uzun bir süre sakin kalması durumunda bile ironiye pek güvenilmez. Hiçbir şakaya gelmez ironi, inanılmayacak denli uzun etkili olabilir.” (f.schlegel)
“((((((Hem odtülü hem terazi burcundan olmak nasip olmaz her kula – bunu özge söylemiş olabilir ya da berrin şimdi ikisini ayırt etmem zor biri hızla öldü-öbürü can çekişirken başımı öbür yana çevirdim- ben yaşıyorum sanırım işaretli farenin bir süre daha sağ kalması gerekir))))))”
İşaretli keçiler ve işaretli fare imleci Hayriye Ünal’ın üzerine götürüyor. Hayriye Ünal bu noktadan itibaren kendi kentini, kendi şiir düşüncesini aşırı kapalı bir anlatıma girmeden okuyucunun dikkatine sunuyor. Her şey o andan sonra başlıyor ki kafi miktarda ironi onun şiirine tat veriyor. Yukarda anlattıklarımız Hayriye Ünal’ın bermuda şeytan üçgeni. Ama o burada yaşıyor kaçmadan ve hınçla yere basarak.
Ünal şiiri içinde şiirle ilgili mısralar yazmaktan çekinmiyor. Çünkü şiiri kendi doğası yapmış biri. Konuşması illa ki şiire gelip dayanıyor. Isınırken tek ihtiyaç duyduğu şey şiir. Ama burada da ritimi tutarken konuşma dilinden, kendi kelimelerinden vazgeçmiyor. Hayriye Ünal bu şiirde kendi doğasını ortaya koyuyor. Gayet samimi bir şiir. Şair ısınırken manifestovari bir yaklaşımla şiiri oluşturuyor. Belki de bunu bilerek yapmıyor. Şairin doğası şiir olduğunda kendiliğinden filiz veren bir şey bu.
“bak bu nihaî biçim kusursuz melodi ve sayıyla
Hesaplanmış heceler geçmez akçe şimdi” (Asıl gösteri birazdan başlıyor, sf:32)
“inanıyor şiire de allah’a inanır gibi iki enjeksiyon arası” (Asıl gösteri birazdan başlıyor, sf:32)
Kitabın üçüncü bölümü ise daha çekici benim için. Net ifadeler daha rahatlamış ve isabetli. Okuyucunun daha rahat nüfus edeceği bir bölüm “Yaz Kızım”. Ayrıca şiirin toplumla kurduğu ilişkiye de vurgu yapan mısraları burası da barındırıyor içinde. Gerek şiir hakkındaki düşüncelerin bardağın dışına taşması gerekse bir birey olarak millete halka dair çıkışların bulunmasıyla konusal olarak da bir zenginlik kazanıyor gerekli açıklama. Özellikle şair buradan itibaren daha rahat konuşuyor. Yaz Kızım I’de Otopark sakinleri ve otopark bekçisi şiirlerinde ise arabalar üzerinden insanlara eğilmiş. Belki de arabaların içindeki insanların daha bir güçlü göründüğünü düşünüyordur şair. Mesela bazı arabaların kimlere ait olduğuyla ilgili bir yaklaşım gözleniyorsa da derinden o kişilerin arabayla nasıl bir korkudan kendilerini uzak tuttukları, neye inandıkları ile ilgili bir bağlantı söz konusudur. “Hiçliğe o kadar yakındı ki onlar” mısrası bunun bağın bir göstergesi.
“Seridir Hundainin beyazı bir yol bulur kendine
Felaha erdirir içindeki orta halliyi
Ödünç tutkulara şahittir
Yazları aya karşı açık camları
Öyle çok üst üste çıkılmıştır ki arka koltuğa
Kirleri bile eskimiştir de
Susamla dolmuştur küçük delikleri açtığı izmaritlerin” (Yaz Kızım I, sf:40)
Metinlerarasılık açısından da Hayriye Ünal’ın bu kitabı ayrıca değerlendirilmeli. Oğuz Atay’dan Sezai Karakoç’a, Yunus’tan Asaf Halet’e, Marcel Proust’tan Dostoyevski’ye kadar bir çok isme götürüyor bizi Gerekli Açıklama. Gerekli açıklamanın bir özeti dediğim Yerle Bir şiirinde de bu var, evvelki şiirlerinde de.
Sonuçta Hayriye Ünal sert bir kış geçirmeye devam ediyor. Etkileyici bir ironi bağı, sıkmayan şiiri boğmayan konuşma dili, kullanmış olduğu kelimelerin eğreti birer durak olarak dikkat çekmemesi Gerekli Açıklama'nın öne çıkan noktaları. Ayrıca şairin kalabalık bir şiir yazıyor olması zenginlikten başka bir şey değil. Hayriye Ünal zaten ses ve anlam ile olan ilişkisini bir önceki kitabıyla sağlamlaştırdığını göstermişti. Zihninde adeta bir kenti inşa ediyor ve bu yeniden yapılandırma çalışmaları şiirine daim yansıyor. Takıntısız bir şiir, çok sesli bir şiir olarak düşünebiliriz bu şiiri. Gerekli Açıklama ise Hayriye Ünal’ın son durağı ve duruşmadaki şairin kesin ve sağlam açıklamaları.
(Aşkar dergisi, sayı 20, ekim 2011)