Menu
GERÇEK NE DEĞİLDİR Kİ?
Deneme/İnceleme/Eleştiri • GERÇEK NE DEĞİLDİR Kİ?

GERÇEK NE DEĞİLDİR Kİ?

‘Sen de Rivayet Etsen-Rüya Roman’ Üzerine Bir Okuma Denemesi

1

Kendi rivayeti de dâhil varlığı kendinden ayırmayan/ayıramayan bir yazıcının anlattıklarına kapılıp hikâyenin orta yerinde kendi aksimle karşılaştığımda geriye dönmek için çok geç olduğunu anladım ben. Oysa ben demenin; anlatmaya çalışmanın; en büyük yokluk alameti olduğunu keşfedeli çok olmamıştı daha. İşte sırf bu yüzden anlatmayı değil de anlatanlara acımayı tercih etmişken hikâyenin orta yerinde, dehlizin tam ortasında dinleyen değil de anlatan olduğumu fark edince; içine düştüğüm bu durum için hınçlanıverdim yazıcıya. Çünkü ben bilmek değil, duymak istiyordum artık. Kendimi ve kendi hikâyemi herkesten gizlediğimi düşünürken, hikâyemin beni yazıcının dilinden kuşatıvereceğini nerden bilebilirdim. Yazıyla varlığın birbirine girdiği, yazının varlık varlığın yazı, yazıcının kim olduğu belli olmayan satırlarda gözlerimi hayretle dehlizin duvarlarında gezdirirken ‘sonunda hep kaçtığımı sandığım aynı yere döndüm’ dedim kendi kendime. Oysa ben, aralıklardan, dehlizlerden, varlıkla yokluk arasında olmaktan, hikâyeyle kendi arasında kalmaktan yorulmuşta öylece gitmiştim her şeyi bırakabileceğimi sanarak. Dönmeyi düşünmemiştim hiç giderken çünkü son dehlizdeydim artık çıkınca ne değilsem o olmayacaktım. Ya da neysem o olacaktım. Anlatmayacaktım artık. Çünkü anlatmaya çalışmak yokluğa en büyük işaret. Ben yokluğuma inanmak istemezken kendimi bir yazıcının var ettiği başka bir hikâyenin içinde bulunca ne yapacağımı bilemedim. ‘Okumasaydım keşke’ diye düşündüm. Yokluğumu hikâyemin varlığıyla gösteren, var olarak bildiğim her şeyi bir hikâyenin parçası yapıveren bu yazıcının yazdıklarını hiç okumasaydım. Okumasam da yokluğumun bilincindeydim çünkü ben. Dehlizlerde çok dolaşmıştım. Kendi felaketimin önüne çoktan atlamıştım. Ama yazıcı bunları nereden biliyordu, henüz ona hikâyemi anlatmamıştım. Benim hikâyemdi anlattığı… Ben bunu dehlizin tam da ortasında anlamıştım. ‘Hikâyem başkaları tarafından bilinirse halim nice olur’ diye sabahlara değin uyumadığım, uyuyamadığım geceler geldi aklıma. Korkarken aslında gizliden gizliye kendimle nasıl gurur duyduğumu da hikâyenin tam orta yerinde anladım. Şimdi ne kadar da çok susmak istiyorum. Hikâyeyi hiç duymadan önce sustuğum gibi. Susmaya şimdi başladığım gibi susmak istiyorum. Çünkü ben kendi hikâyemi yeniden dinlemek istemiyorum. Çünkü yeniden korkmaya başlıyorum. Ya benim gerçek bir hikâyem olmadıysa hiç. Benim kendi hikâyem diye bildiğim hep yazıcının anlattıklarıysa. Ben bu hikâyeden başka hiçbir yerde var olmadıysam. Bu dehlizin ortasında hikâyenin başına ya da sonuna hiç ulaşamadan hiç bilemeden öylece kalmışsam. Kendi yokluğumdan hikâyeye tutunarak kaçıyorsam.

Bu kitabı okumayın derim ben… Bu hikâyeyi dinlemesin kimse… Yazıcı da aramasın ötesini berisini, ben var olduğuma inanmak istiyorumartık.

2

Hikâye’nin tamamında hikâyeyi anlatmamaya çalışan yazıcıyla bir aralık dehlizin bir yerinde karşılaştığımı sanıyorum. Öylece her şeyin olup bittiğini inkâr eden gözlerle bana bakıyor. Sanki olmuşlukta değil de olmamışlıkta huzur bulanlardan olduğunu söylüyor. Oysa ben bitirmiştim kendi hikâyemi çoktan. “Bitirdiysen ne işin var burada” der gibi bakıyor;  “hikâyenin, varlıkla yokluğun; tam orta yerinde, dehlizin başıyla sonuna ve tüm başlangıç ve bitişlere eşit mesafede ne işin var “ Yokluğumu inkâr etmek için buradayım ben. Alnımdan bir damla yazıcının yüzüne düşüyor. Yazıcının yüzü dalgalanıyor. Yazıcı diye bildiğim sudaki kendi aksimmiş meğer. Ürperiyorum. Çok eski zamanlarda gözyaşımla ıslattığım, ardından yaktığım sayfalarım geliyor aklıma. Ben çoktan geçmiştim oysa kendi kendime konuşmalardan. Yine öfkeleniyorum ne vardı sanki bu hikâyeye dâhil olacak. Bitirmiştim ben her şeyi çoktan.

Her kim varsa her şeyin olup bittiğini düşünen, varlıkla yazıyı, hikâyeyle yazıcıyı ayrı gören, okumasın bu kitabı.

3

kitap50Bir hikâyeyle bütün hikâyeleri anlatamazsın yazıcı. Dehlizin başından sonuna kadar gitmeden bilemezsin böyle her şeyi… Sonuna kadar gittiysen de tekrar geri dönmek istemezsin. Yaşadıktan sonra hele hiç anlatmak istemezsin. Çünkü sırrı ifşa etmek, hem tecrübeye hem de tecrübe edilene saygısızlıktır. Yapamazsın. Biz dehlizden kurtulanlar şimdiye kadar susarken sen yolu kapıyı açık ettin herkese. Anlatma hevesine kapıldın. Oysa anlatmak ya da dinlemek değildir. Tecrübe etmektir aslolan. Yazı varlığın bir parçasıyken sen anlattıklarınla varlığı yazının bir parçası haline getirerek  sırrı ifşa ettin. Halbuki, ben bitirmiştim bu yolları çoktan. Kendi hakikatimi kurmuştum olmuş bitmişliğin huzurunda. Şimdi gecenin mi gündüzün mü olduğunu kestiremediğim bir zamanda hikâyeden dışarı çıkmak istemiyorum artık. Beni buraya çağırmaya gücün var da burada tutmaya gücün var mı yazıcı? Bu olup bitmemişlik anı bütün hikâyelere gebeyken benim aciz benliğim bu arada olmaklığı ya da hiçbir hikâyede olamamaklığı nasıl kaldırabilir? Hiç düşündün mü? Olmamaklık bütün hikâyelere gebedir de sen sırrı kimlere ifşa ettin? Bir hikâyeyi anlatmayarak/anlatamayarak bütün hikâyeleri anlatmaya çalıştın. Bundan sonra ne anlatabileceksin? Varlığı yazının bir parçası haline getirdiğin bu hikâye biterse varlık da bitecek. Bitmezse bu hikâyeye dâhil olan herkes başka hiçbir hikâyeyi tecrübe edemeyecek ya sen? Aynı hikâyeyi ne kadar anlatabileceksin?

Sil bu yazdıklarını yazıcı… Olmuş bitmişliğin huzuruna geri dönmek isteyenler gibi sil…

4

Kendimi unutmaya çalıştığım hikâyem sadece benim değildi aslında. Unutmak istediklerimde sadece kendimle ilgili şeyler değildi…

5

Kendini bir var olan olarak bütün varlıktan ayırmış, olduğu halden memnun olmayan erkek ya da dişi olması önemli gözükmeyen öznenin belki de içinde bulunduğu emniyet hissini bozmak dağıtmak için bir maceraya atılmasını hikâye etmekte kitap. Bu haliyle var oluşsal bir çizgide ilerlediğini söylemek mümkün.Kendisi dışında zamanın ve mekânın belirsiz olduğu kitapta artık kendi iç âleminden başka bir şeye dikkat edecek gücü kalmamış öznenin bu hale nasıl geldiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Özne yaşadığı macera sonucunda mı çevresine karşı duyarsızlaşmış “izleri kaybetmiş” yoksa yaşadığı macera ona izleri kaybettiğini mi hatırlatmış? Yazarın anlatı içine serpiştirdiği birkaç belirgin nesne dışında okuyucu için hikâyeye tutunacak, bildik tanıdık bir şey yok.

Bu hal varlık yokluk arasında kendine bir yer bulmakta zorlanan belki de var olmak için durmadan tecrübe etme isteği duyan öznenin tamamlanmaktan korktuğunu, tamamlanma halinin yokluğa daha yakın olduğuna inandığını söylemek mümkün.

Bir haliyle bir gelişim romanı gibi de okunabilir. Hikâyeyi anlatılmaya başlanması her şeyin olup bittiğinden sonra başladığı için bu gelişim nerde başlamıştır? Nerde bitmiştir? Tam olarak kestirilememekle birlikte anlatının bazı bölümlerine serpiştirilmiş bazı cümleler macerasının sonunda öznenin başlangıca göre daha bilgili olduğu gözler önüne sermektedir. Ama yine de roman karakterlerinin bu hikâyenin içinde olmakla nasıl değiştiğini izleyememekteyiz.

Hikayede üç ana karakter öne çıkmaktadır. Bu karakterlerin hepsi ayrı ayrı kişiler olarak okunabildiği gibi bir öznenin üç ayrı var oluş hali olarak da okunabilir. Tek başına var olmaktan, varlığı anlamlandırmaktan korkan karakterlerin yoklukla varlık arasında birbirlerine tutunarak kendi anlamsız varlıklarını ya da yokluklarını tamamlanmamış bir hikâyenin  -kendi aşk hikayelerinin- içinde anlamlandırmaları ve bu anlam kazanmış tecrübelerini ‘aralık’a dökmeye ihtiyaç duymuşlardır.

Yoklukla varlık arasında kendini arayan öznenin, kendi yüzünü başka bir özne de seyretmesi, seyretmekle kalmayıp, kendi benliğinden sıyrılarak o olması, sonrasında tekrar kendi benliğine dönmesinin tecrübe edilmesi. Çünkü bütün karakterlere göre varlığın bir halde kalması mümkün değil. –her ne kadar var olanlar birlikte var oluyorlarsa da-. Dolayısıyla macera her zaman olduğu gibi bitmesi gereken zamanda bitmiştir.

6

Kendini başka bir benlikte izleyerek anlamlandıran öznenin böylece bölünmüş halde kalması mümkün olmadığından hikâyenin bir yerinde yazıcı geri de kalmaya gücü yetmeyecek olan karakteri ölümle bir hatıraya dönüştürmüştür. Her şey olup bitmemişse ya da hiçbir şey olmuyorsa anlatmak nasıl mümkün? Yazmak nasıl mümkün?

Varlığı yazının bir parçası haline getiriyor “Sen de rivayet etsen”. Bunu yaparken de her şeyin olmakta olduğu tek anı işaret ediyor özneye. Tecrübe etme anı. Kendi ölümünü tecrübe edemediği için kendinin dişi ya da erkek yanını öldürüyor anlatıcı. Kendini anlatıyor. Heveslerini anlatıyor. Ölümü anlatıyor. Bunların hepsi kendi tecrübesi. Ama hepsinden öte bu tecrübeleri dile getirecek bir başka benlik daha lazım. Hâkkâk’ı, Sedefkârı, ihtiyarı kendi içinde tecrübe etmiş bir anlatıcı lazım.

O yüzden bu anlatılanlar hüzünlü bir aşk hikâyesi olmasının yanı sıra, derin anlamlar taşıyan bir soruşturma. Düz yazının sınırlarının birçok yerde zorlanıp şiirsel bir anlatıma dönüşmesinin nedeni de bu olarak görülebilir. Zaman zaman ‘şüphesiz mensure bu kısım’ dedirtecek bir dil. Hiçbir şey planlanmadan yazılmış. Başlangıç cümlesini yazarken bitiş cümlesini bilmenin keyfini ve şiirselliğini yaşamış anlatıcı. Bu yüzden de roman başladı ritimde devam ediyor ve aynı ritimde bitiyor.

Özne var olanların da yok olanlarında tam olarak anlaşılamadığı bir dehlizde belki de sırf şuur haline geldiği düşünme anlarına bir aralık olsun diye kendi olmamışlığını kâğıda dökmüş. Şimdi oturup bütün bu olanları canı sıkılmış bir anlatıcının başkalarını da huzursuz etmek için uydurduğu hikayeler olarak görmeye, ya da kavuşamamış iki aşığın derin hüznünü yaşamaya, ya da yıkık bir sarayda yaşayan ihtiyarın alacalı hülyalarını kaleme dökmesi olarak bilmeye imkan varken ya da bir yanım yazıcıya inanıp öteki yanım anlatılanların aslında hiç olmamış olduğunu düşünmeye meyilliyken ben de oturup rivayet etsem; yoklukla varlığın ortasındaki dehlizde aslında hiçbir şey olmamışken “gerçek ne değildir ki” ben onu gerçekten bildim desem…

7

Her şeyin olup bitme ihtimaline dair bir tek işaret var işte. Yazı. Kendisi hem varlığın bir parçası. Hem de varlık onun bir parçası. Elimde var olmuş bir kitapla öylece kalakaldım. Borges’in, ‘Binbir Gece Maslarının içinde Binbir Gece Masalları’nı okuyanın bizi niçin rahatsız ettiğini sorguladığı retoriği geliyor aklıma. Sakın kurgu olan hakikate, hakikat olan düzmeceye dönüşmüş olmasın! Sakın, ben  kitabın içinde olmayayım! Ve sakın kitap benim zihnimde olmasın? Bilemedim.

(Tarabya, 07.03.2014)