“Arkadaşına döndü:Doğru değil mi Marc, gerçeği söyleyenin sırtı yere gelir mi?”
Gerçek,Zola’nın 1902 yılında tefrika edilmeye başlanmış çok önemli bir yapıtıdır. Bu eserde eğitim, din, ırkçılık, adalet, basın, burjuvazi, şiddet eğilimikonularının yoğun şekilde işlendiği, eleştirildiği görülür. Ana unsur eğitimdir. Eğitimde başarı sağlandığı takdirde Fransa her alanda ışıyacaktır. Aslında yazarın yabana atılmayacak bir şaşkınlığı vardır: Devrimler yapmış, üç cumhuriyet yaşamış bağımsız bir toplum, geleceğe dönük büyük adımlar atacağı yerde nasıl geriye gider? Onca büyük yazar, Voltaire, Diderot, Rousseau gibi onca büyük filozof yetiştirmiş Fransa, yıllar sonra niçin “çocukluk dönemine, ilkel bir aptallığa”saplanır? “Halkın yoğun karanlıklardan kurtulması için yapılan bütün çabaları hangi gizli el sonradan felce uğratmıştı?”
Cevabı nettir yazarın. Önce çocuk teslim alınmıştır kilise tarafından. Çocuğun apak, mayasız ekmek koktuğu yaşta dimağlara baldıran vermiştir kilise. Cizvitler ve diğer dini tarikatlar eğitimi ele geçirirler. Bu öyle dünkü olay değildir. Yıllar boyu sinsice çalışarak öğrencilerinin sayısını hayli arttırırlar. Yıkıcı bir eğitimle önce çocuk, sonrasında kilisenin maşa olarak kullandığı kadın, en sonunda yitik, düşünemez bir toplum haline getirmek üzeredir Fransa’yı.
Bir de her şeyin farkında olan ama hep “kendi çıkarlarını gözeten, ilerlemek için gözlerini dört açıp çevresini kollayan, her zaman güçlülerden yana olan,yeni kuşağın koltuk avcıları” vardır.
Gericiliğin ve çıkarcıların karşısında emeği, sosyal adaleti, bilimi savunan, laik eğitim taraftarı tavizsiz birkaç öğretmen vardır. Romanın başkahramanı Marc, bu eğitimcilerden biridir. Simon Davası olayların başladığı noktadır. Simon, bir Yahudi’dir. Mantığı ön plana çıkaran dürüst bir eğitimcidir. Marc’ın yakın arkadaşıdır, papazlar tarafından iftiraya uğramıştır.
Aynı zamanda önceki devirlerde “özgür düşünceli” olduğu bilinen burjuvazi bu dönemde gericilerle iş birliği yapmıştır. Bu düzende halkı rahatça yağmalayabilir, sömürebilirdi. Halk uyanmasın, yeterdi! Sözüm ona özgür düşünceli burjuvazi sınıfı, emekçiye hakkını vermemek, kaymağı kendisi süpürmek için en azılı dinci kesilmişti. Kokuşmuş, çürümüş bir sınıftı artık burjuvazi.
Türkçe çevrisi 744 sayfa olan eser, bu ayrı kutupların kuşaklar süren amansız mücadelesini anlatır.
Toplumdaki çoğunluğu, kilise tarafından beyni yıkanmış, söylentilere sorgulamadan inanmış öfkeli kitleler oluşturuyordu. Bu kitleleri elinde tutmak için en iyi araç basındı. Gazeteler mali ve siyasi eşkıyaların elindeydi. Gücünü tarikatlar ve kiliseden alan gazeteler yalandan, kışkırtıdan, iftiradan kaçınmıyordu...
Yazar, bu noktada dinleri sorguluyor:
“Başlangıçta kardeşlik ve kölelikten kurtuluş çığlıklarıyla ortaya çıkan, başlangıçta öylesine yürekli, uygarlık savunucusu şu dinler sonunda insanları çamura yuvarlamaktan başka bir işe yaramıyorlardı. En alçak tutkuların, iğrenç ticaretlerin aracı, bir pazarlık eşyası haline geliyor, yalan dolanlarla insan beyinlerini alıklaştırıyordu. Önü alınmazsa irtica, yakın bir gelecekte her şeyi çürütecek, yakıp yıkacak, yeryüzü bir yıkıntı ve küf halini alacaktı.”
Simon Davasında suç ortağı olan papazlar önderliğindeki gericiler, bir sıkımlık canı kalmış cumhuriyet okullarını bu davayı fırsat bilip bütünüyle boğmak isterler. Toplumda var olan Yahudi düşmanlığı yaşatılarak beyinler afyonlanır: “Yahudiler, ülkeyi Almanlar’a satacakmış” gibi dedikodular çıkarılarak halkın bilinçaltında hak hukuk, adalet bir kenara bıraktırılır. “Önce vatan” dedirtirler. Başta Marc, aksini söyleme cesareti gösteren birkaç insan vatan haini olarak yaftalanır, toplumdan dışlanır, kötü sözlere maruz kalır: “Simon’un kişiliğinde onların asıl vurmak, mahvetmek istedikleri, cumhuriyetçi, ilerici öğretmen değil mi?“
Yalan uzun bir süre daha saltanat sürer fakat yapıtın adında belirttiği gibi: “Gerçek”lerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Gerçek, er değil çok geç ortaya çıkmıştır. Uzun çalışmalar, uykusuz geceler, geçen onlarca yıl sonucu Simon beraat eder, papazların suçluluğu kanıtlanır, laik eğitim kazanır. Hristiyanlık can veriyorsa kendi hatasının sonucuydu yazara göre: Gerçeğin, adaletin yerine yalan ve yanılgıyı seçerek kendi mezarını kazmıştır...
Marc, eğitimi anlatırken nesilleri birbiriyle kıyaslıyor. Birincisi, kilisenin eğittiği hantal, kolay galeyana gelen, kara cahil, korkak, ön yargılı, kaybedilmiş insanlar. Zaten eşitsizlik ve haksızlık bilgisizlikten ortaya çıkıyordu. Bunları topluma kazandırmanın imkanı yoktu. İkincisi, Marc’ın eğittiği ilk nesil çocuklar. Onlar şüphesiz anne babalarından daha bilgiliydi. Daha farkındaydı olan bitenin. Kötü değillerdi ama kararsız, bencil, dayanışmadan bihaber, “kendi mutluluklarının başkalarının mutluluğuna bağlı olduğunu düşünemeyen”insanlardı. Üçüncü ve dördüncü nesilden tam verim alınmaya başlanıyordu. Bu nesiller düşüncülerini eyleme döken yetenekli ve yepyeni kuşaklardı. Bilgili, aydın düşünceli, cesur, doğru bildiğini sakınmadan söyleyen, adaletin takipçisi çocuklardı.
Yazarın iddiası şudur: En iyi eğitimcileri bir ülkeye gönderin, o eğitimciler tek nesli kültürle, bilgiyle, aydınlıkla donatmaya çalışısın; eğer eğitimde süreklilik sağlayamamışsınız çalışmanız hiçbir işe yaramayacaktır. Bu sebeple devrimden, cumhuriyetten yıllar sonra ülkede tek hakim konumuna gelen kilisenin “sömüre sömüre kuruttuğu ağaca”yeni kuşaklar yeniden can suyu aşılayacaktır.
Yazarın diğer iddiası şudur: İyi ellerde yetişen insan iyi, kötü ellerde yetişen insan kötü olur. Çevre ve şartlar belirler yaşamı. “Bu yüzden eğitim alanında yapılan gider hiçbir giderle karşılaştırılamazdı, tüketilen her kuruş, daha akıllı, daha güçlü yarının efendisi bir halk yetiştirecekti...”
Ben bu romanın başını, ortalarını, bütün karartılarını harfiyen gördüm, yaşadım diyorsunuz okurken. Ürperiyorsunuz. “İnsanlık treni, bir tiyatro oyunundaki –ya da romandaki-zaman kesitleri gibi hızla akıp gitmiyordu.”
Umarım yaşamımızın bir bölümünde romanın sonundaki aydınlığı görme şansına sahip oluruz.