Menu
Buckingham’lı Muharrire
Deneme/İnceleme/Eleştiri • Buckingham’lı Muharrire

Buckingham’lı Muharrire

Kabarık elbisesi yok üzerinde.” Marifet elbisede değil” diyor.  İşi gücü hep sözcüklerle… Onlarla oynuyor adeta, bir sihirbaz gibi şekilden şekle sokuyor kelimeleri. Onlar da kendisine alışkın; her gün ziyarete gelen kuşlar gibi pencerenin açılmasıyla yanında bitiveriyorlar. Anlamlı, kafiyeli, domino taşları gibi birbiri ardınca diziliveren kelimeler; onun elinde fırıncının hamuru, çömlekçinin çamuru misali istediği şekli alıyorlar yormadan. Sözcükler hem kalemine hem diline dost “Buckingham’lı muharrirenin.”

Girdiği her ortamda gördüğü itibar köklü bir aileye mensubiyetinden çok sihirli sözcüklerinden kaynaklanıyor.  O sözcükler ki kaleminin ucundan damlayan kızıl renkli yağmur damlalarıyla yeşeren bir kitap ormanına eviriliyor. O ormanda her türden ağaca rastlamak mümkün.  Orman, kamp kuranlar, hamağını gerip uyuyanlar için de, geçmişten günümüze ulaşan damıtılmış reçineleri yakından görüp inceleme yapmak isteyenler için de bulunmaz bir mekân. Bu ormanı ayrıcalıklı kılan yegâne unsur, üstadın gecesini, gündüzünü ormanına vakfetmesi ve orada her daim ağaçlarıyla hemhâl olmasıdır elbette.

Söylerken dilinden tomurcuklanan sözcükler, hafif esen yel misali nefesiyle her kulağa ihtiyacı olanı ihtiyacı olduğu kadar taşıyor. Mecliste bulunanlar, aklı mesabesinde alıyor alacağını ki her yaştan, her mizaçtan, her konumdan dinleyicinin yüzünde doyumlu bir gülümseme beliriyor. Bu Tanrı vergisi yeteneğin, köklerinden aldığı tedrisatla dal budak saldığı besbelli.

Kitapları manevi evlatları olmuş Buckingham’lı muharrirenin. Her birini tanıtırken nazenin parmaklarıyla dokunuşundaki o naif özen, onları meydana getirirken gösterdiği itinanın habercisidir handiyse. Onlarla kök salmış cihana; onlarla ölümsüzleşmiştir adeta. Onlar ki iyi yetişmiş bir evlat gibi sadaka-i cariyesidir; ulaştıkları her yerden oluk oluk, sağanak sağanak hayır dua taşır ebedi mecmuaya.

İnsanları tanıma hususunda bir sarraf titizliğinde işleyen hafızası aynı zamanda yeni eserler meydana getirirken esin kaynağı sunuyor ona.  Öyle ki üzerinde olumsuz etki bırakanların uyandırdığı duygu yoğunluğuyla kaleme aldığı yazılar, eserleri arasında tadımlık; doyumsuz hicviyeler çıkarmıştır ortaya.

Asillik başka şey azizim… Günlük, sıradan hadiseler o asil yetenekle bir araya geldiğinde nice hikâyeler, nice roman kahramanları beliriveriyor perde üzerinde. Perde dediysem zinhar bir karagöz hayali anlaşılmasın sözlerimden. Kastettiğim daha çok suya çeşitli maddeler karıştırılarak oluşturulmuş saydam bir perdenin üzerinde ortaya çıkan eşsiz çiçeklerin müstesna görünümüdür.O, ipek şala bürünmüş peri kızlarının raksıdır adeta… O, ateşten yayları, kıvılcım saçan oklarıyla gerçeküstü suretlerin kılıç kalkan oyunudur. O, köylü kızın sevdiğine uzattığı oyalı mendilidir kimi zaman. Ve nihayet o, dağarcığını name edip Anadolu’nun bağrında esen bir nice rüzgârla bütün beşeriyete üfürendir…

Payitahtta birkaç pehlivanın el alıp el verdiği, kadim otoritelerce! Kabul görmüş “gayrisi daha bu kapıdan içre alınmaya!” dedikleri dar kapılar, dar mekânlar dar kafalı icazet dağıtıcılarının tezgâhından çıkma kalem ehli değildir Buckingham’lı muharrire. Anadolu’nun bağrında sert esen rüzgârlara meydan okuyarak açan kan kırmızı gelincik çiçeğidir. Dolayısıyla zorluklar yıldıramaz onu; zira onlardan beslenmiştir.

Bazen kader, gelen bora halinde zorludur ;
Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak.
Bazan da cevreden nice bir âdemoğludur,
Görmek değil düşünmeğe bîgâne kal! Bırak!

Dörtlüğünü düstur edinir bazen Yahya Kemal’in, kapar gözünü, kulağını; yalnızca kalp sesiyle istikamet bulur. Ama ille de bulur ki bu buluş gece yarısı deryanın ortasında kalakalmış mahzun gemicilere fe(ne)r olur…

Not: Bu yazıyı kendisiyle tanışmayı büyük şans olarak addettiğim Selçuklu’nun kadim başkenti Konya merkezde ikamet eden; yayınlanmış pek çok eseriyle yazın dünyamızı zenginleştirmiş, kendisinden ve sohbetinden ziyadesiyle istifade ettiğim değerli üstat Hüzeyme Yeşim Koçak Hanımefendi’ye adıyorum.