Yaşadığımız şehir, bu şehri inşa edenler, bizim için oldukça önemli. İstanbul önemli, İstanbul’da Üsküdar önemli. Bunun için Üsküdar’ı tanımak, bilmek lazım. Okumak, bunun bir aracı, bir yöntemi. Üsküdar’ı, bir Üsküdarlıdan okumak apayrı bir ayrıcalık. Sözü, merhûm Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı adlı kitabına getirmek istiyorum. Elimdeki eser, 2018 tarihli 22 baskı, 112 sayfa.
1935 yılında Üsküdar’da doğan Ahmed Yüksel Özemre (v. 25 Haziran 2008), adeta Üsküdar’ın maneviyatının nereden geldiğini merak eden bizler için hatıralarını aralıyor ve postadan çıkan latif bir sürprizle şehirdeki bu manevi dalganın nereden geldiğini açıklığa kavuşturuyor. Yazarın Türkiye’nin ilk atom profesörü olup ülkemizi yurtdışında çeşitli alanlarda tanıtmasının yanında böyle bir eseri kaleme almış olması yazarın hem ilmi hem de manevi yönünün ne denli kuvvetli olduğunu gösteriyor. Bu vesileyle Merhum Ahmet Yüksel Özemre’nin bizim için ne büyük bir değer olduğunu satırları okudukça anlayacak, yazarı daha yakından tanımak için bir kapı aralamış olacaksınız.
Yüz on iki sayfadan oluşan eser, aslında satırları araladıkça mevcut sayfadan daha fazlasına tekabül ediyor. İçinde onlarca ömür, yaşanmışlık ve hatıraları barındırıyor. Öncelikle “Hayal Şehir” Üsküdar’ı sayfalarda gezdirmek suretiyle gözlerimizi ve kalbimizi okşuyor. Yazar Yüksel Özemre’nin betimlemeleri o denli kuvvetli ki, kitabı okumaya başladığınız andan itibaren önce şahsiyetlerin suretleri, sonra attar dükkânı derken birden eski Üsküdar gözlerinizin önünde canlanıveriyor. Kitabı eski Üsküdar’a duyulan özlem ve hasret duyguları eşliğinde okumaya devam ettikçe karşınıza yeni yüzler, hocalar, konaklar, sohbetler çıkıyor.
Kitapta olayların birinci ağızdan anlatılıyor olması, kitabın orta kısımlarına doğru geldikçe attar dükkânından burnunuza gelen baharat kokuları eşliğinde yapılan sohbetlere birden sizi de dâhil ediveriyor. Üstelik sohbet ettiğiniz efendiler arasında Türkiye’nin büyük ebru sanatçılarından Mustafa Düzgünman, Üsküdar Gülnuş Valide Sultan Camii’nin baş imamı Hezarfen Necmeddin Okyay Hoca, Özbekler Tekkesinin son şeyhi Necmeddin Efendi, Neyzen Niyazi Sayın, araştırmacı-yazar Abdülbaki Gölpınarlı ve adını zikredemediğim dükkânın nice müdavimleri, şahsiyetler var.
Kitap ilerledikçe bu isimlere aşinalık kazanıyor, dipnotlar yardımıyla onları araştırıp daha yakından tanıma fırsatı buluyorsunuz. Kitap yarım asır öncesini anlatmasına rağmen bu süreçte yitik değerlerimizi hatırlıyorsunuz. Osmanlı döneminden kalma “İstanbul Beyefendisi ve Hanımefendisi” karakterleri canlılık kazanıyor.
Kitap, irfan mektebi (attar dükkânı) çevresinde, başlıklar altında parça parça anlatımlar ve şahsiyetler ile beraber ilerliyor. Bu çerçevede kitabın içinde benim en çok dikkatimi çeken ve keyifle okuduğum kısım, Üsküdar’ın meşhur meczublarından “Mortucu Sâlih” oluyor. Sâlih’i öğrenirken aynı zamanda hayattan küçük notlar alıyorsunuz.
Kitabın ara ara fotoğraflara yer vermesi ise sayfalar arasında hoş bir senfoni oluşturmuş. Okudukça bazı resimlere uzun uzun bakıp dalabilir, hatta tekrar tekrar açıp gözlerinizin raksına şahit olabilirsiniz. Kitabın içinde verilen gerek ilmî, gerekse tasavvufÎ bilgiler ise, okuru ilme ve araştırmaya sürüklüyor. Okurken hem öğreniyor, hem de duygularınızın melodisini dinliyorsunuz.
Kitabı okudukça daha çok seviyor, sonlara doğru hiç bitmesin istiyorsunuz. Rahmetli Mustafa Düzgünman’ın vefatı ve kitabın hüzünlü sonu gözlerinizin dolmasına sebep doluyor, bu ıslaklık ruhunuza işliyor. Okudukça kelimelere dokunma ve cümleleri yaşama arzusu içinizi kaplıyor. Belki kitabı defalarca okuyup ve her kelimenin üzerinde defalarca durunca, bu yaşama arzusunu kısmen tatmin etmiş oluruz.
Satırlarıma kitapta geçen Mustafa Düzgünman’ın mısralarıyla son vermek istiyorum:
Besmeleyle tezgâh açıp ebrû yapan kişiyiz,
Fırça ile su üstünde hüner satan kişiyiz,
Üstâdımız Özbek Şeyhi, hem Necmeddin Hoca’dır,
Büyüklere boyun kesip, aşka tapan kişiyiz.