Menu
AŞKE
Deneme/İnceleme/Eleştiri • AŞKE

AŞKE

O, büyük ihtimalle dev zifiri siyahta gördüğümüz aydınlıktır. Gafletten başka gafletin zıddı olan her şeyi kapsayan, gafletin ortasındaki bir hakikattir.

Bilinir; bu O’nun aşkından başkası değildir,

Varıp gidilecek bir yoldur.

“Aşk” sözcüğü, sarmaşıkgillerden “aşke” adında bir bitkiden gelir. Aşke sarmaşığı, sarılacağı ve beslenebileceği bir bitki olmadan kendi başına yaşayamayan ve gelişemeyen, bunların devamı için dallarını, başka bir ağaca sarması ve o ağacın özsuyunu emerek beslenmesi gereken bir bitkidir.

İnsanın durumu farklı mıdır? Ya âşık insanın ki? O kendi kendine yetecek bir bilgiye, durmaksızın besleneceği tükenmeyen bir öze sahip midir?

İnsan yetkin midir?

Onun da besleneceği bir öz olmalıdır.

O da “yaratılmıştır”. Bütün yaratılanlar gibi desteğe, tutunmaya muhtaçtır. İnanma ihtiyacındadır, kalbini mana ile doldurma ihtiyacındadır. (Mana aşk, aşk özdür.) Aciz ve küçüktür; arayandır, Rabbine verdiği sözden ötürü nihayetsiz minnet altında kalandır. Yaratılmış olmanın kendine yüklediği sorumluluğu bilmek zorunda olandır. Bile bile dağların taşımaya korktuğu emaneti dert edinip, taşımayı talep eden tek mahlûk insandır. Bu Allah’ın insana verdiği sevebilme özelliğinden ötürüdür. Bu kendini tanımak ve kendinden yola çıkarak Rabbini tanımak ve sevmek içindir. Yaşamda olma sebebinin özünü oluşturan aşka boyanabilmesi için, bir şeye sarılıp tutunması şarttır. İnsanın dayanacağı, sarılacağı şey Allah’-ü Teala’dadır.

Allah-ü Teala, hiç bir canlıyı başıboş ve anlamsız bir yaşam için yaratmamıştır;                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            hepsi bir manaya hizmet için buradadır. Yaşam beşeriyetle örülüdür, bu doğrudur. Beşeri olmak yani yaşamın içinde insani sıfatları taşıyan bir canlı olarak bulunmak tabii ki hata yapmayı da beraberinde getirir. Ancak bu insana kendini serbest bırakması için cesaret vermemelidir. Biraz bilince sahip bir insan bunu böyle düşünür; nasıl olup da nefes alabildiğine hiç odaklanmamış birilerine bunları düşünmek çok dayanılmaz, ağır ve saçma gelir. İnsan bu dünyaya idraksiz bir biçimde nefes alıp vermek için doğmamıştır. “Allah-ü Teala’nın varlığını, birliğini takdis edip doğrulamak, Hz. Muhammed  (A.S.) Hz.’nin O’nun kulu ve elçisi olduğunu bilmek” gerçekte, her insanın yaratılışında mevcuttur. Bu bilgi ise hazinenin ta kendisidir. Allah’a sevgi ve aşkla varılan o mübarek yolun başı ve sonudur. İnsan bilsin veya bilmesin bu sevgiyle ulaşılacak olan gayeyi, kalbinin üstündeki mührün içinde taşıyan, sonsuz olanın sınırlı alanda yansımasıdır. Onu bu sınırlılıktan Allah’a kavuşmak kurtarır. Rab sevgisi insanı, gerçek özgürlüğe götürür.

Allah bilinmek istediği için insanı yaratmıştır. “Ben gizli bir hazineydim, bilinmiyorken bilinmek istedim, bilinmeyi sevdim ve yaratıkları yarattım. Onlara Kendimi bildirdim. Onlar da beni tanıdılar.”  O’nda ki tanınma isteği muhabbet, tanınma ve bilinme isteği marifettir. Buna göre yaratmanın özünde muhabbet ve marifet vardır. Var olan şeyin de özünde sevgi mevcuttur. Sevgi olmadan bir şeyin var olması mümkün değildir. “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Çünkü insanı ibadet, Allah rızasını taşıyan yaratılışa uygun hal ve hareketler, aşka ve sevgiye götürür. Aşk Allah’a kavuşmaya, kavuşmak da ebediyete… Bu nedenle Allah bizi kendisi için yaratmıştır. O’nun rızasını kazanma yolunda rızaya uygun düşmeyen hareketler için cezayı öngörmüş ve insanın ameliyle cezayı birlikte düşünmüştür. Amellerimiz kendimiz içindir, ibadetlerimiz ise O’nun içindir. Dolayısıyla kalbi insana lazımdır. İnsan mübarek kalbini özenle korumalı, geçici ve masivaya yönelen hiçbir şeyle doldurmamalıdır.

Hazineyi taşıyan kalp, aşk ve sevginin yardımıyla bilinmeyen yüksekliklere erişebilmesi için yolculuğunda, lazım olacak kanatları taşır. Kalbimizde hapsolmuş gönül kuşu bize kurtuluşu için seslenir. Aşk bu nidaya verilecek en güzel cevaptır çünkü gönül, aşkı tatmak ister; evrenin üzerinde durduğu tek noktayı, dünyanın da dönmesinin yegâne sebebini yaşamak ister. Aşk, Muhammedi nurun ta kendisidir. Tüm yaratılanlardan önce O nur ve hakikat mevcuttu, yaratılmıştı. Allah’ü Teala Hz. Muhammed’in (A.S.) Hz.’nin yüzü suyu hürmetine var olan her şeyi var etti. O’na mükemmelliğinden ve O’na olan sevgisinden ötürü “Habibim” diye seslendi. O’nun nuru yaratılmış olan her şeye bulaştı. Tüm varlıklar nasipleri ölçüsünce bu nurdan içerdiler. Yaratılmış olan her varlıkta, her nesnede ve her zerrede o nur ve hakikatten bir parça bulunduğundan Hz. Muhammed (A.S.) Hz.’i, âlemlere rahmet oldu. “Eğer sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” Hadis-i Şerif

İnsan kimi ya da neyi severse sevsin Allah’ü Teala’yı sevmiştir, bilse de bilmese de. Tüm güzellikler, kendisinden aşkla, muhabbetle, ilgiyle, sevgi içerikli türlü duyguyla yola çıkılan her ne varsa, Allah’ü Teala’ya varır. Aşklarımız, O’na doğru yürürken uğradığımız menzillerimizdir.  Her şey O’nun sonsuz zenginlikteki güzelliğinin yansımasıdır. Her sevginin kaynağı Allah sevgisidir. Bizim dünyaya ya da dünyevi olana meylimiz yine ‘O’na olan muhabbetimizdir.

Aşkı tadan ne olduğunu anlatamaz. … “Bal yememiş bir insana istediğin kadar ‘bal’ı tarif et; bal onun âlemine bal olarak yansımayacaktır.” O, bir hal içinde olma halidir, söz etmeye çalışıldığında ifadesinde, kelimelerin geçerli olmadığı bir âlemde yaşama halidir. Diriltici ve birleştiricidir, yakınlaştırıcıdır… Her zaman iyi ve güzellik üzerinedir; gerçek mahiyetini bozup çirkinleştirenlerden başka…

Bu güzelliğin karşıt hali büyümek, erişmek, gelişmekten başka insana uzaklık, boşluk, yersiz yurtsuzluk yaşatır; seçimleri insanı bir yıkıma götürür. Çünkü Allah güzeldir, güzeli sever; yarattıkları güzeldir, bizim için takdir ettikleri güzeldir, O’nun desteğinde yapılan her şey güzellikle sonuçlanır. Allah, Kendi ismini sevgiyle yan yana bildirmiştir. Kendini Vedud diye adlandırmıştır: Hem seven, hem sevilendir.

Bütün sevmelerin, aşkların başlangıcı Allah sevgisidir; nihai noktası da ilahi aşktır.

Sevginin gayesi ise Allah’a kavuşmaktır;

“Kadınlardan, oğullardan, dağlarca yığılmış altın ve gümüşten, otlağa salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük insanlara süslü, cazip ve güzel gösterildi. Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak yer Allah’ın yanıdır”. (Kur’an-ı Kerim, 3/14)

O’na kavuşmanın gayesi ise ebediliğe ermektir.

“Sevgide bulunan müthiş etkiyi bizzat yaşadım ben. Bu etki aşırı ve şiddetli bir ‘aşk’tır, etkileyici bir ‘şevk’tir. Gönül vermektir, yok olmaktır… Sevgi kimdedir, kimden gelir bilinmez. Sevgili (Mahbup) kimdir bilemezsin. İşte ben sevgide bulduğum zevki böyle buldum. Bundan sonra benzeri durumlar izleyebilir bunu... Kimi zaman keşif içinde bir tecelli başlar senin için. Ve aşk belirtileri yavaş yavaş kendini gösterir. Kimi zamanda birini görürsün, onu görünce vecd haline girersin. Daha önce hiç tanımadığın halde, onun, sevgilin olduğunu anlarsın. Kimi zamanda, yanında birinden söz edilir, ta içine işleyen gönlüne işleyen bir sevgiyle ona meyledersin ve birden aşık oluverirsin. İşte o zaman onun senin dostun olduğunu anlarsın.” (İbn-i Arabi)

İşte bütün erek budur, gaye budur.

(Eylül 2009 Vuslat Dergisi )