Menu
ANLATIBİLİM YAZILARI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • ANLATIBİLİM YAZILARI

ANLATIBİLİM YAZILARI


Bir anlatı, anlatanla onu dinleyen arasındaki iletişim sayesinde kendini dışlaştırır. Bu süreç ucu açık ya da kapalı mesajlar üreten, çok katmanlı bir süreçtir aslında. Bu mesajların bir kısmı metne, metnin inşa etmeye çalıştığı kurguya aitken, bir kısmı metnin dışına işaret eden mesajlardır. Bir metin aynı anda birden fazla öykü anlatır.


Bir anlatı metni de eşzamanlı olarak, (1) alegori oluşturarak hayali kahramanların öyküsünü; (2) metinlerin geçmişten günümüze ulaşmış söz sanatları, kalıp, klişe, motif ve yapıların tekrarıyla ve birbirleri vasıtasıyla aktarılışının öyküsünü; (3) bir dizi anlatım stratejisinin kullanıldığı, anlatı metninin kendisini oluşturan öyküleme sürecinin öyküsünü; ve de (4) metni üreten şahsın −muhtemel− öyküsünü anlatır.Sıralamaya dikkat edilirse, ilgili katmanlar dıştan/içe bir analiz yönünü belirtmektedir. Bu itibarla, bu yazımızın konusu gerçek yazar, varsayılan yazar ve anlatıcı arasındaki fark olacaktır.

Tablo- Anlatı İletişim Katmanları





Çoğu yazarın, okurların öyküdeki karakterlerle onları özdeşleştirdiğine, hele de birinci tekil şahıs anlatıcılı bir öyküde anlatılanların gerçek yazarın kişisel tarihinden süzülen olaylar olduğuna dair eğlenceli anıları vardır.Bu yanılgının önemli bir nedeninin, sıradan okurun kurgusal olanla gerçek olan ayrımından pek hazzetmemesi yatar. Okur, bu ayrıma duygusal bir direnç gösterir.Oysa teorik olarak sıradan okurun da kurgusallıkla ilgili hiç değilse bir öngörüsü ya da hissi vardır. Yine de, yazarın yaratmaya çalıştığı gerçeklik duygusunun gönüllü alıcısı olmayı tercih eder.

*


Her anlatının bir gerçek yazarı bir de varsayılan yazarı vardır. Gerçek yazara tarihsel yazar da denir çünkü belli bir tarihte doğmuş, belli bir yerde yaşamış, belli fikirleri savunmuş, tarih içinde var olmuş bir şahıstır gerçek yazar. Eserden yola çıkılarak gerçek yazara ulaşmak teorik olarak hiçbir zaman, pratikteyse çoğu zaman mümkün değildir.Metnin başı veya sonunda ismi olmasa yazara ilişkin herhangi güvenilir bir bilgiye erişmek imkansızdır.Kaldı ki, belirtilen yazar adının gerçek yazara ait olup olmadığı kuşkusu giderilemeyecektir.Söz gelişi, The Mill on the Floss adlı romanın gerçek yazarı Mary Ann Evans’tır. Bu kadın yazar, dönemin şartları gereği ya da kendi kişisel nedenlerinden ötürü George Eliot müstear ismini kullanmıştır. Romanda olayları gözlemleyip aktaran üçüncü tekil şahıs bir anlatıcı da vardır.Sınırlı bir anlatıcıdır bu, görüp gözlemleyebildiği kadarını aktarır bize.Olayları, karakterlerin konuşma ve düşüncelerini onun sayesinde en azından bir dereceye kadar öğreniriz.Romanı okuyan biri, bu anlatıcı ile ilgili bir fikir sahibi olabilir.Yine metinden hareketle, George Eliot hakkında da bir fikir sahibi olabilir.Ya gerçek yazar Mary Ann Evans hakkında ne söylenebilir? Metin, gerçek yazara ne ölçüde ışık tutabilir?Mary Ann Evans, romanın anlatı çerçevesi içinde düşünülebilir mi, yoksa yazınsal iletişimin artık dışında mıdır?

*

20.yy.’da pozitivizm ve tarihselciliğin derin yara almasıyla başlayan gelişmeler, edebiyat eleştirisinde yazarın tamamen metnin dışına atılmasına, eserin ortaya çıktığı kontekst ve yazarın niyetinin okuma/anlama/yorumlama sürecine dahil edilmemesine yol açmıştır. Nitekim “yazarın ölümü” fikri etrafında kayda değer tartışmalar yapılmıştır. Amerika’da güçlenen yeni eleştiri okulu ve Kıta Avrupası’nın yapısalcı eğilimlerin bu fikri desteklediği görülür.

*


Kısaca özetlersek, bu görüşe göre, metin, okuma sürecinde dikkate alınması gereken tek veri olarak kabul edilmeli ve tarih, kontekst, yazar, okur gibi metin dışı unsurlar anlamlandırma sürecine dâhil edilmemelidir.Diğer bir ifadeyle, bir metin (tekst), kontekst’inden bağımsız ele alınmalıdır çünkü onu anlamlandırmaya yetecek veriler bizzat onda mevcuttur. Metnin dışına yönelmek metni tahrif etmektir. Postyapısalcılıkla birlikte salt metni esas alan bu yaklaşım daha da etkinlik kazanmıştır denebilir.

*


Varsayılan Yazar kavramının sahibi Wayne C. Booth bu yaklaşımın dışında değildir. O da biyoğrafik, empirik ve tarihsel detayların okuma sürecinden dışlanmasını öngörür fakat metnin anlaşılmasında “yazar” fikrinin asal bir rolü olduğu kanaatinden vazgeçmez. “Varsayılan Yazar” kavramı da onun bu düşüncesinden (ihtiyacından) doğmuştur.Booth’un Kurgu Retoriği (Rhetorik of Fiction: [1961] 1983) adlı eserinde ortaya attığı bu kavram, kimi zaman eleştiriye tabi tutulsa ve tanımında hâlâ tam bir uzlaşmaya varılamamış olsa da, Iser, Perry, Rimmon-Kenan gibi bir çok anlatıbilimci tarafından kullanılmıştır. Kavramın yaratıcılığı, metin merkezli eleştiri anlayışından taviz vermeden, yazarın, bir metnin oluşması ve anlaşılmasındaki teknik öneminin altını çiziyor olmasından kaynaklanır.

*


Bazıları, varsayılan yazarın aslında yazarın altbenliklerinden biri olduğunu düşünür ancak bu tartışmaya oldukça açık bir yaklaşım olur ve metin dışı unsurları harekete geçirebilir. Rimmon-Kenan’ın belirttiği gibi, aslında bu terim antropomorfik bir entiteye işaret eder. Yani, gerçekte böyle bir şahsiyet yoktur. Bunun, okuma sürecinin mekanizmasını anlayabilmek, okurdaki “yazar” beklentisini metnin sınırları içinde kalarak çözümlemek için üretilmiş kullanışlı bir kavram olduğu göz ardı edilmemelidir. O halde, varsayılan yazarın metin içindeki bütün dilsel, kurgusal ve tematik yapıları organize eden, metni belli bir anlama doğru çekmeye çalışan bir çeşit üst bilinç olduğu düşünülebilir. Kısacası, varsayılan yazar, bir inşa (construct)’dır ve metinden hareketle kurgulanan bir imgeden ibarettir.

*


Booth’a göre, bir metin ahlaki amaçlarından soyutlanamaz. O halde, der Booth, “yazar kendini gizleyecek kılıklar bulabilir fakat kendini tümden görünmez kılmayı yeğlemez.”Teknik olarak görünmez olsa da, okuru ikna etmeye çalışan gizli bir yazarın varlığını sezeriz. Booth’a göre, yazarlar öyle ya da böyle kendi kurgu dünyalarını retorik vasıtasıyla okura empoze edeceklerdir.

Bütün yazılı metinler öykü, düşünce ya da anlatım biçimine ilişkin kendi arzusu doğrultusunda gerekli seçim ve düzenlemeleri yapan bir yazarın varlığını ima eder. Bu varsayılan yazar, başka bir hikâyeyi değil de bu hikâyeyi, başka bir biçimde değil de bu biçimde anlatmaktadır. Her aşama onun kontrolü altındadır, her şeye karışmakta, pek hissettirmemeye çalışsa da hikâyeye müdahale etmektedir.

Bu sözlerinden, Booth’un, her ne kadar bir metni anlamada niyet okuma yanılgısının (intentional fallacy) farkında olsa da, onun, yazarı okuma sürecinin tamamen dışına atmayı en azından pratik olarak pek akıllıca bulmadığı anlaşılmaktadır.

*


Booth’a göre bir metni/anlatıyı mümkün, anlamlı ve işlevsel kılan şey onun yazınsal bir iletişim kurmasıdır. Ona göre bu iletişimin bir ucunda yazar diğer ucunda ise okur vardır. Dolayısiyla, kimileri varsayılan yazarı metnin anlamı ile özdeşleştirir. Buna göre varsayılan yazar tıpkı anlam gibi okuma sürecinin sonunda netlik kazanacaktır. Booth her metnin tek bir varsayılan yazarı olduğunu düşürken, kimileriyse metinlerin birden fazla varsayılan yazarı, dolayısıyla birden fazla anlamının olabileceği fikrindedir.

*


Bir metnin varsayılan yazarı ile gerçek yazarı arasındaki uyumun derecesi kestirilemez. Gerçek yazar, kendi özellikleri ve içinde bulunduğu şartlarla tamamen çelişen bir eser de ortaya koyabilir. Okuru ilgilendiren, metinden hareketle zihninde canlandıracağı yazardır. Onun ötesi hem okuma eyleminin hem de edebî eleştirinin ilgi alanına girmez. Belki edebiyat tarihi ya da bizzat tarih bilimi esere nispetle gerçek yazarın durumuna dair bir şeyler söyleyebilir.

*


Varsayılan yazar, gerçek yazarın aksine, canlı bir organizma değildir, hayatın etkilerine kapalıdır, gelişmez ya da gerilemez. Buna mukabil, okur merkezli bir yaklaşımla, okur algısının değişebileceği üzerinde durulabilir fakat bu da yine okurun ve yorumun sorunudur.

*


Bazen, varsayılan yazarla anlatıcı da karıştırılmaktadır. Her ne kadar Booth, yazarın sesinin hiçbir zaman tamamen kısılamayacağını belirtse de, Chatman’ın somut olarak izah ettiği gibi, teknik olarak düşünüldüğünde, varsayılan yazarın zaten bir sesi yoktur. Anlatıcının aksine, varsayılan yazar bize bir şey anlatmaz. Daha doğrusu, anlatamaz. Anlatılardaki sesler ya anlatıcılara ya da karakterlere aittir. Varsayılan yazar, söyleyeceğini sessizce dolaylı olarak metnin bütünü aracılığıyla iletir.

*


Buradan hareketle, varsayılan yazarın yazınsal iletişime dâhil olmadığını düşünenler çıkmıştır, ki pek de haksız sayılmazlar. Pratikte farklı görünse de, bir metin anlatıcısız olamaz. Bir anlatı metni, tümden diyalog, bilinç akışı, mektup, hatta farklı yerlerden derlenip toparlanmış alıntı ve pasajlardan oluşsa dahi, bu parçalardaki söylemlerin sahipleri anlatıcı statüsü kazanmış olurlar. Dolayısıyla yazınsal iletişime doğrudan katılan varsayılan yazar değil, anlatıcılardır. Bir inşa olarak varsayılan yazar, bu anlatı(cıları) sevk ve organize eden şuura işaret eder. O halde, varsayılan yazarın yazınsal iletişime dahil olması literal (gerçel) değil, metaforik düzlemde kabul edilmelidir.


---------------------



* Varsayılan Yazar’a ilişkin olarak temel kaynak için bkz. Wayne C. Booth, Rhetoric of Fiction (Chicago: The University of Chicago Pres) [1961] 1983. Kavramın tarihsel gelişimi ve tartışmalar için bkz: Kindt and Müler, The Implied Author, Concept and Controversy (Berlin and New York: Walter de Gruyter) 2006.

Bunlara ek olarak, (5) metni yayınlayan yayınevinin ve metnin okura ulaşma sürecinin öyküsü de eklenmelidir. Bu sonuncusu, metinsel bir kategoriye işaret etmez, aksine pratik alana ait, gerçek ve tarihsel öğeler barındıran bir durumun altını çizer ve ayrı bir yazının konusudur. Metni nerede bulduğunuzdan tutun, kitapçıda konduğu rafa kadar, kağıt kalitesinden, yayınevinin estetik, politik, ekonomik tutumlarına, kitabın kapak tasarımından yazı karakterinin seçimine uzanan bir dizi öğeyi içerir. Elinize aldığınız kitap ikinci else, çay dökülmüş ya da içinden koparılmış bir sayfanın anlattığı/ima ettiği şeyler olacaktır. Kitabın içindeki notlar ya da altı çizili satırlar ayrıca kayda değer bulunacaktır. Bu ve bunun gibi özellikler, anlatıbilimciler tarafından “paratexts” başlığı altında ele alınır ve her öğenin anlatacağı bir öykü veya eldeki somut kitabın öyküsüne katacağı bir anlam olduğu düşünülür.

Postmodernist okumalar da bu ayrımı yadsır elbet, fakat tersinden bir bakış açısıyla. Buna göre kurgusal olmayan bir metin/anlatı bulmak mümkün değildir. Nietzsche’nin batı metafiziğine getirdiği eleştirilerin odağında yatan bu düşünceye göre, tarihsel metinler dahi nihayetinde kurgusaldır. Yine, otobiyografik anlatılar bu kapsamda ele alınabilir.

Historical author, empirical author, real author.

Rimmon-Kenan, Narrative Fiction (London and New York: Routledge) [1983] 2002, ss. 87-90.

Booth, a.g.e., s. 20.

Booth: 1952, s. 164.